5 Ağustos 2022 Cuma

BU NASIL DELİ?

 

İnternet

                                                  BU NASIL DELİ?

 

  İç Anadolu şehri Eskişehir, şehirlerin şehri olmakta kararlı görünüyor. Kral Midas’ın kadim diyarına süzülmek amacıyla gittiğim, özlediğim şehirde sürprizler de beni bekliyordu. Bildik yaşamı reddeden, kendine “delidolu” süsü, yakıştırması yapanlar da bir yerde ayrıcalıklı insanlar gibi geliyor bana. Onlar bizim duyduğumuz kaygıların çok ötesinde, şartlanmamış, günü olduğu gibi yaşayıp, kendi hünerleri karşılığı sadece o günün nafakası peşinde koşan farklı dünyanın insanları…

  Kaldığım otelin yakınlarında da böyle başka dünyalı insanlardan birisi yaşıyor. Geceleri de gündüzleri de aynı ritmde dolanıp duruyor. Kendi yarattığı düşmanlar tamamıyla insanlara ait araçlar, nesneler. Her bir park etmiş aracın veya yol kenarına konmuş dubanın yanında durup, ona ait küfürleri sunduktan sonra bir güzel kafa, kol, bacak hareketiyle hayalinde kızmış olduğu insanları pataklıyor…

  Onu ilk tanıdığım gece, neredeyse uyku için en derin saatlerdi. Odanın penceresi açık olduğu için şiir ritminde ettiği küfürler içeriye dolup taşıyordu. Üşenmeden, zaden kaçmış olan uykum nedeniyle pencereye gelip aşağı baktım. Bu Nasıl Deli, diye yazdığım kırk yaşlarında ki adamı o zaman gördüm. Yine hiç acele etmeden neredeyse 15–20 dakika onu izledim.

  Yaklaşık yirmi otuz metre mesafe üzerinde gidip geliyordu. Bu esnada da büyüklerin “ ağza alınmaz, alınmayacak” küfürlerini göğe bırakıyor. Hiç çekinmeden yapıyordu yapacaklarını. Belli ki adını deliye çıkartmış, artık o mahallede veya sokakta bir ayrıcalık ele geçirmişti.

   Özellikle eğilerek, büyük merak ve saygı içerisinde izlediğim hareketleri ise hiçbir araca, nesneye ve kendi bedenine zarar vermeden, usta bir oyuncu kabiliyeti içinde sövüp saydıktan sonra vuracakmış, kafa atacakmış gibi yapıp belli bir mesafede, sadece havayı, boşluğu pataklamasıydı.

  Hiçbir deli bu mesafeyi ayarlayamaz. O mesafe ustası, küfür cambazı, sesindeki hürriyet, kendini koy vermişlik, antik diyarların oyuncuları gibi, tepelere yaslanan antik tiyatrolarda haykıran, sesi kulağa hoş gelen bir sanatçıydı…

  Bu Nasıl Deli, dediğim adamın gösterisi belli aralıklarla devam etse de artık sesi, soluğu rahatsızlık vermediği için yeniden yatağa döndüm. Gün içerisinde, sabahın erken saatlerinde otel önü gölgesi bahtiyarlığı içinde sandalyede otururken önümden geçmeye başladı. Geceye göre daha sakin görünse de, gecenin provasını yapıyordu. Daha sessiz, vurma, pataklama hareketleri daha hafif ritimi içerisindeydi.

  Cüzdanımı açtım, kâğıt paraların en küçüğünü ve en yenisini alıp yanımdan geçerken Ne Biçim Deli’ye uzattım. Paraya banka çalışanı dikkatiyle, titizlikle baktı. Ve

—Kahvaltı yapacağım, dedikten sonra gözlerimin içine baktı. Bakışları deli gözleri ve yüreğinden gelmiyordu. Karşısındaki insanı mahcubiyet kazanına atmak, kendine getirici bakışlar içerisinde tekrar;

—Kahvaltı yapacağım, dedikten sonra vermiş olduğum paranın küçüklüğünü bir başka oyuncu hüneriyle anlattı. Anlaşılan o ki, ona vermek gereken para, kahvaltı yapacağı büyüklükte olmalıydı. Dilenci olmadığını, küçük paralara tenezzül etmediğini beden diliyle anlatıyorken, aramızdaki son diyalog ise şöyle gerçekleşti;

 “ Buna da şükür, verdin ya!”

  Ses tonu, ifade biçim öyle asildi ki, hiçbir şirretlik, yapaylık, acınma hissi kokmuyordu. Zaferi o kazanmış, ben kaybetmişim gibi, dimdik ve az önce geldiği, gece içerisinde oyunculuğunu sergilediği sokağa saptı. Biraz sonra tekrar geldi. Biraz ötedeki dükkâna girdi. Poşetinde iki ekmek,1 litre meyveli gazoz bulunuyordu.

   Ardından baktım; bir gram fazla yağ yoktu bedeninde. Ne bir fazla, ne bir eksik... Biraz kirli görünse de, yüreği, iradesiyle bıkmadan sergilediği oyunculuğa gidiyordu. Park etmiş, içinde insan olmayan araçların şoför bölümüne en hokkalı küfürleri yapıyor, el kol ve kafa hareketleriyle bir güzel dövüyordu; şımarmış, haddini bilmeyen, hiçbir zaman doymayan insanlığı…

Güven SERİN  

  


Hiç yorum yok: