ÇALIŞMAK LAZIM,
YAŞAMAK ve DÖVÜŞMEK!
( 15 Temmuz Darbe
Girişimini Lanetliyoruz…)
1944 yılında Bursa ceza evinden eski mahpus arkadaşı Orhan Kemal’a mektup yazan Nazım Hikmet’in Orhan Kemal’e seslenişidir mektubunda; “ Çalışmak lazım, çalışmak, yaşamak ve dövüşmek”
“Dövüşme” sözcüğüne dikkatinizi çekmek isterim! Nazım Hikmet’in dövüşü; “Karanlık ve Cehalet” ile olacaktır. Üretmekten, çalışmadan, sanattan, felsefeden, diğer uygarlıkların dil ve kültürlerinden uzak kalan uygarlıkların nasıl çöktüğünü çok iyi analiz etmişti.
Bu yüzden Orhan Kemal’e yazdığı mektuplarda sıkça “ Fransızcayı öğren, Fransızcanı geliştir” uyarılarını bıkmadan tekrarlıyor. Nazım’ın üretimi, çalışma öncülüğünü, hiçbir zaman durmadığını; hapiste ürettiği, şiirlerden, hikâye, romanlar ve çevirileri yanında, orada da dokuma tezgâhı kurup çalışıp para kazandıklarından biliyoruz.
Nazım Hikmet’in bir başka sanatçı özelliği ise, yetenekli olanları keşfedip sınırları zorlayıp, sınırsız destekler içinde o yeteneğe arka çıkma becerisidir. Yetenekli mahpus arkadaşlarından birisi de Raşit-Orhan Kemal’dir. Hapiste boş vakitlerinde ona Fransızca dersi vermenin yanında. Şiir, hikâye, roman yazmasını da teşvik etmiştir.
Orhan Kemal çıktıktan sonra, aralarındaki mektupların edebi, sosyal, kültürel değeri anlatılamaz derece lezzetlidir. Öğretmiş olduğu Fransızcanın yarım kalmaması için sürekli uyarılarda bulunmasının yanında, şiiri, hikâyeyi, romanı da bırakmadan denemeler yapmasını istiyor.
Nazım’ın zekâsı, sanatsal başarısı karşısında herkes kendini tutamayacak kadar duygulanır, ona saygı ve sevgi besler. Fakat aynı Nazım’ın mektuplarında bir başka yönü çıkıyor ortaya. Kadına ve çocuklara olan düşkünlüğü, saygı ve sevgisi…
Orhan Kemal’in Nazım’a yazdığı veya yazacağı her mektubunda ilk önce eşinden ve küçük kızından uzun uzun söz etmesini istiyor. Onlara olan düşkünlüğü; Orhan Kemal’in eşi Nuriye’ye “ Kızım” , küçük kızına ise “ Torunum” olarak seslenişi, sözcüğün yazı dilinden öte, seslenişe, yüreklere akmasına kadar etkili oluyor.
1944 yılı içerisinde Orhan Kemal’den gelen mektupta, küçük kızının yaramazlık yapıp annesinden dayak yemesini anlatması üzerine, sadece şiirin babası değil, şefkatin babası da olan Nazım şöyle yazıyor;
“ Annesinden dayak yiyip sana şikâyete gelmesi faslını okurken AĞLADIM. Kızıma söyle Yıldız’ı döverse vallahi, billahi kendisiyle bozuşuruz. Böyle şirin ve akıllı bir mahlûk kedi olsa dövülmez, nerde ki benim Yıldız’ım.”
Sanatçı ehliyeti almanın biricik yoludur diğer zamanlar içinde yaşamak! Sadece kendi zamanın bencilliğine kurban olanlar da sanat üretebilir ama öteki zamanlara bir türlü taşımıyorlar. Neredeyse bütün dünyada Nazım Hikmet sevgisinin, saygısının oluşması boşu boşuna değildir.
Nazım Hikmet, birçok insanın kahır olacağı mahpushane yaşamını; sadece sanatçı kabiliyeti içerisinde görmemiştir. Sanki bir okul öğretmeni, oradaki arkadaşları ise onun öğrencileri, arkadaşları, dostları…
İbrahim Balaban, ölmeden önce son günlerinde kendi sergisi ve müzesi için Tekirdağ’a geldiğinde dinlemiştim omun Nazım Hikmet sevgisini. Her hücresine kattığı öncü arkadaşını anlatırken, yaşlı-ihtiyar bedeni, tıpkı mahpusluk günleri gibiydi; taptaze, capcanlı…
Aynı yıl,1944’te Orhan Kemal’e yazdığı mektupta İbrahim Balaban’dan da söz ediyor Nazım;
“ İki üç gündür, fazla değil şu son üç gündür kısa bir tembellik geçirdim. Yarın yine işe başlıyorum. Bizim burada ressam berber İbrahim vardı ya, resmi inanılmayacak, akla sığmayacak kadar ilerletti. Ben de gözlerim sulana sulana halkımın büyük yeteneklerinden birine örnek olan bir hadise karşısında hazdan ve bahtiyarlıktan böbür böbürleniyorum.
Büyük Türk halkı! Nasıl bütün dünya halkları gibi yaratıcıdır ve nasıl sevilmeye, hayran olunmaya değer ve uğrunda gebermek en ehemmiyetsiz iştir. Çalışmak lazım, yaşamak ve çalışmak ve dövüşmek…
Sana yirmi lira yollamıştım. Biraz sabret ay sonuna doğru otuz kırk lira daha göndereceğim. Senin tezgâh bu suretle normal çalışmaya başlamış olacak.”
Güven SERİN
2 yorum:
Çok beğenerek okudum emeğinize sağlık
Teşekkürler,sağ olun...
Yorum Gönder