İNTERNET
ZENGİNLİĞİN BAŞ BELASI EDEBİ CEHALET!
Ne hikmetse insanlık
hep ünlü olanların peşinde koşar. İster sanatçı, ister bilim insanı, isterse
bir yemek mekânı olsun. Bir başka şehre gidince, ekonomik durumu iyiyse gidenlerin,
hemen oranın meşhur lokantasını, aşevini sorar ve soruştururlar. Öyle ya,
dönünce kendi şehirlerine, kasabalarına bolca anlatacakları, hatta övünecekleri
bir iş yapmış olurlar…
Kendi çapında ünlü
olan eğitimci yazar arkadaşım Almanya’dan geleli birkaç gün oldu. Tatile
gelmekten çok zoraki bir geliş; birkaç günlüğüne…
Arkadaşımızın konu biriktirme,
yani öykülerine, makalelerine malzeme oluşturma biçimi bizlerden epey farklı…
Her geldiğinde
“ÜNLÜ” diye girdiği lokantaya, üzerinde bulunan Komiser Columbo pardösüsü ve
kasketiyle girmiş. Kasada duran kişide ünlü lokantanın sahiplerinden en ünlü
olanı oturuyormuş. Tabi ki bizim ünlü ve eğitimci yazarı tanıyamamış!
Eğitimci yazar
arkadaşımın nüktedanlığı üzerinde kasada bulunan ünlü lokantanın ünlü sahibine
elinde bulunan üç eski kitabı göstererek;
“ Bak ben bu kitapların yazarıyım.
Ünlüyüm. Bu kitapları sana vereyim, dört porsiyon köfteyi bedavaya alayım!”
Ünlü ve eğitimci
yazar arkadaşımın elinde tuttuğu kitapların yazarları, Dostoyevski, Gogol ve
Lev Tolstoy’un kitaplarıymış… Yani Rusların ve dünyanın üç dev yazarı; çoktan
bir başka evrene yolculuğa çıkmış olsalar bile eserlerin, sanatın mucizesi olan
kalıcılığın yaşama biçiminden yararlanıyorlar.
Ünlü lokantanın ünlü
sahibi, eğitimci yazarın teklifini şiddetle geri iter;
“ Hayır, bu kitaplar karşılığında
sana bedava köfte veremem!”
Oysa kitaplara bir
bakıp yazarlarını görse; belki de Tolstoy, Gogol, Dostoyevski onun için bir şey
ifade bile etmeseler, onların çoktan ölmüş ve çok ünlü yazarlar olduğunu bilerek,
ona yapılan şakaya şakayla karşılık verecek…
Ne hazindir; “Para
kazanmak”, “ Kazanacağım” derken, tüm dünyaya; edebiyata, sanata sırtını dönmek
gerekmiyor. Şarkıdaki sözleri hatırlatmak isterim;
“ Bu dünya senin
olmaz
Ettiğin sana kalmaz
Söylemiştim sevgilim
Parayla saadet olmaz”
Bugünün dünyasında
parasız hiçbir şey olmayacağı ortada… Belli ihtiyaçlarımızın; sadece yeme-içme,
giyim, ısınma, eğitim, barınma değil, sanat, spor, seyahat giderilmesi,
gelişmiş ülke insanlarının ölçüsünde yaşam hakkı elde etmek belli kazançlara
sahip olma anlamını taşıyor…
Sanıyorum bizim
insanımızın farkı burada başlıyor; ya çalışmamayı, aylaklığın muhteşem
yoksulluğunu yaşamaya adanıyor; ya da neredeyse gece gündüz; yirmi dört saat çalışma
aşkına tutuluyor.
Hoca Nasreddin’in
söylediği gibi; “ Yok mu bunun ortası?” Var elbet, fazlasıyla var; dünyevi
ihtiyaçların sadece yemek, içmek, üremek, giyinmek, çalım satmak olmadığını
anlamak zorundayız…
Gelelim bizim
ünlülere; köfte şakası, eğitimci yazar arkadaşımızın şakasını açıklamasıyla son
buluyor. Parasını veriyor dört porsiyon köftesini paketletiyor. Gülüşüyorlar;
kasada oturan ünlü lokanta sahibinin gülümsemesi ise acı acı; zenginliğin
içinde edebi yoksulluğunun ortaya çıkması onu rahatsız ediyor.
Bir başka ünlü John
Steinbeck almış olduğu Nobel ödülü konuşmasında edebiyat için şöyle söylüyor;
“ Edebiyat, konuşmak
kadar eskidir. İnsanın ona olan ihtiyacından doğmuştur. Ve o günden bugüne,
ihtiyaç azalmamış, daha da artmıştır. Halk ozanları… Şairler ve yazarlar
birbirinden ayrı ve müstesna değillerdir. Her şeyden önce işlevleri,
sorumlulukları, insanlık tarafından belirlenmiştir.
İnsanlık, gri ve
kasvetli bir bilinç bulanıklığının pençesinde… Burada daha önce konuşan selefim
büyük yazar Wiliam Faulkner’in söylediği gibi ‘ Bu evrensel korku trajedisi o
kadar uzun zamandır devam etmektedir ki, artık ruhsal problemler kalmadı
diyemeyiz”
Bu arada, eğitimci
yazarımız köftelerini alır, yeni öyküsüne gerekli malzemeyi bulur ve ünlü
lokantamız-dan çıkar; içindeki aziz motorların usulca çalıştığını, dünya
sınırlarını aşan edebi dünyanın içinde seçilmiş bir insan gibi varlığını
sürdürmenin sevgili neşesiyle yürür; Tekirdağ’ın cadde ve sokaklarına, diğer
insanların içene karışır gider…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder