14 Aralık 2021 Salı

UTANMA BİLE UTANDI UTANMAZLIKLARIN KARŞISINDA

 

Kamera; Güven Tekirdağ

               UTANMA BİLE UTANDI UTANMAZLIKLARIN KARŞISINDA

                     ( Tut kendini yüreğim! Tut kendini… )

  Nasıl olur demeyin sakın; “Utanma” sözcüğü bile dile geldi bunca utanmazlıkların karşısında; UTANDI… Büzüldü… İçi acıdı; inkâr etmek istedi bunca olanları; bu bir kâbus, trajedi olmalıdır, diye…

   Mersin’de yaşayan küçük Müslüme’nin ölümünü hangi söz tam olarak anlatır? Utanma bile utanmaz mı böyle hallerin karşısında. Tıpkı, Ege ve Akdeniz’de sürekli yaşanan göçmen facialarındaki ölümler gibi utanmanın bile utandığı haller…

   Rus edebiyatında bir eserde şöyle bir diyalog yaşanıyor;

   “ Hilebazlığın üç yüz çeşidini biliyordum; adam üç yüz birinciyi bulmuş namussuz!”

   Utanmanın çeşitlerini saymaya kalkamayız; çünkü iyice dibe vurdu utanmazlığın bin bir çeşidi… Her duyduğumuzda irkiliyoruz; “ Bu kadar da mı?” diye…

    Ege Denizi’nde Yunanistan’a geçmek isteyen küçük kızın sahile vuran cansız küçük bedeni ve onun ayakkabılarını elinde tutan jandarmanın düştüğü ve gördüğü hatırlıyor musunuz? Yıl 2015,o görüntülerin karşısında tüm dünya; utanmıştı güya! Utanma bile utandığı halde, bir türlü sona ermiyor utanmalar…

  Tam olarak şu soruyu sormadığı zaman bu diyarların insancıkları olan bizler; “ Felsefe nedir? Niçin gereklidir?” Hiçbir zaman erişemeyeceğiz uygar dünyaların menzillerine…

  Oysa felsefe ne korkulduğu gibi, ne de kaçınıldığı gibidir dostlar. Nedir felsefe;

  Varlık, evren, insan ve bilgiyle ilgili düşüncelerin bütünü. Bir bilimin ve bilgi alanının temelini oluşturan ilkelerin bütünü. Evreni, dünyayı yorumlama biçimi; dünya görüşü.”

  Öyleyse, bunca kurban, çığlık, korkunç acılar ve utanmazlıklar yaşanırken niçin sormuyoruz; NİÇİN? NEDEN? İnsanın sadece midesini değil de görgüsünü, ahlakını,    ruhunu, bilgi dağarcığını aç bıraktığımız için olmasın?

  2016 yılında Tekirdağ sahilinin batı tarafına usulca bir heykel yerleştirildi. Bulgaristanlı heykeltıraş Velısav MİNEKOV Ekrem Eşkinat’ın belediye başkanlığı döneminde düzenlenen yarışmada, kazanan sanatçılardan birisiydi. Kurtuluşa göç edenlerin, denizi geçemeyenlerin yaşadıkları trajediye adanmış “ Alın Yazısı “ isimli heykel halene orada duruyor; usulca…

  Bu heykele bakıp Müslüme gibi nice acının canını, bakışını, masumiyetini de görebiliriz her daim. Ve bitip bilmeyen bu korkunç ölümlerin sorgulamasının yapılmasının kaldırılan Köy Enstitüleri yerine açılması gereken Şehir Enstitülerinde utanmanın bile utancı ile yüzleşebilir bu utançların hepsini tarihin mezarlarına gömebiliriz…

  Bazı yazıları yazmak çok zor oluyor. Zorlanıyor bedene hükmeden ruhun derin sorgulaması. Tam olarak hangi sözcüğün yeterli olacağını düşünüp, hiçbirinin yetmeyeceğini düşünmeden edemiyorum…

  Trajedilerin anlatıcısı, insana ve insanlığa aktarmak ve utanmanın bile donmuş halini anlatmak isteyen Şekspir’in Hamleti şöyle haykırır yaşadığı ve hissettiği acıları anlatmak adına;

“ Ey göklerde yaşayanlar! Ey dünya! Daha ne olsun? Cehennem önüme mi gelsin? Ne yüz karası şey bu?

  Tut kendini yüreğim, tut kendini! “

  Müslüme’den geriye kalan tek şey: Utanma bile utandı bu utanmazlığın karşısında… Ya bizler? Sadece seyirci koltuğunda ve henüz bize sıçramamış olan trajedilerden uzak bir halde…

  Romalı şairin 2050 yıl önce seslenişi neleri anlatıyor acaba;

 “ Açık denizde çılgın rüzgârın coşturduğu çılgın dalgalarla boğuşan insancıkları, huzurlu bir kıyıdan seyretmek ne hoştur…”

  Bütün okullara: ilkokula dahi felsefe inmiyorsa,bütün illere ve ilçelere şehir ve devlet tiyatroları kurulmuyorsa; daha çok ama çok trajedilere söz arayacağız; utanmanın bile utanması yok diye…

Güven SERİN  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Hiç yorum yok: