8 Nisan 2021 Perşembe

İHTİYARIN DERİN HÜZNÜ

 





                                               İHTİYARIN DERİN HÜZNÜ

 

                       ( Bizleri Görmeye Gelen Bugün Bulur,Yarın Bulamaz!)

  

   İlgili belgeselde Anadolu’da ki bir yerleşim alanı ( köy ) tanıtılmaktaydı. Yemyeşil vadinin eteklerine kurulmuş, zanaatkâr ve sanatkâr insanların yaşadığı ve bıraktıkları evlerin iki katlı, ahşap ve taş işçiliğinin, mimarisinin zarafetinden belli olan köyde yaşayan birkaç insan kalmış.

   Gençleri çoktan şehirlere göç etmiş. Kim sorarsa “ Geçim derdi “ Oysa şehirlere aç insanlık, belki de birkaç on bin yıldır kendince doyuma ulaştığını sandığı yerlerden kaçıyordu. Erkeği kalsa, kadını gitmek istiyor. Kadını kalsa, çocukları gidiyor…

   Bu süreç, bu döngü böyle olmasını anlayışla karşılardım karşılamasına âmâsı var! Köylülüğü, çiftçiliği, hayvancılığı, ipek böcekçiliğini, zeytinciliği, tütünü, çay işini bu kadar yalnız bırakmasaydık, hor görmeseydik, bu ıssızlıklar böyle olmazdı. Daha ağır, daha demlenmiş olarak akardı, şehirlere olan insan göçleri…

   Ya şimdi? Neredeyse “ Cennet “ gibi bir Anadolu köyü, iki katlı ahşap evlerinin, ahırlarının, kilerlerinin, bağ ve bahçelerinin yalnızlığı, orada kalanlar için büyük bir yük. İhtiyar adamın neredeyse komşusu kalmamış. Her tarafa doğa hükmediyor. Kuşlar, orman hayvanları, böcekler ve o muhteşem ormanı saymazsak, insan denen canlı yok gibiydi tanıtılan cennet-imsi yerde.

   İhtiyarın yalnızlığına çare zurnasıydı. Çocukluğundan beri çaldığı zurna, şimdi en yakın arkadaşı olmuştu. Bir de üfleyişi, çalışı var ki sormayın; bir ağıt, muhteşem bir insanlık destanı anlatıyor gibiydi…

   Program yapımcılarına ihtiyarın söylediği son cümleler; sevgiyle beslenen insanın ruhunu birden yangın yerine çevirecek kadar gerçek ve hüzün yüklü;

   “ Nesil bitti bitecek, bu son çırpınışıdır insanımızın! Bizleri görmeye gelen, bugün bulur, yarın bulamaz! “

   Daha ne desin hüzün yüklü ihtiyar? Nasıl anlatsın bunca boşluğun, insansız olamayacağını! Cennetin bile insansız bir anlam yüklenemeyeceği gerçeğini hangi dille tarif etsin.

   Tam olarak kimi suçlayacağız? Politikacıların oy avcılığını mı? Yoksa bilgiye, deneyime yeterince emek sarf etmeyip kolayca kaçışlara yaslandığımızı mı? Kim bilip anlatıyor şimdi bizlere; Orta Asya’da yaşamış atalarımızın 2–3 Bin yıl önce yaşadığı şehirlerde su ve kanalizasyon sistemi olduğunu. Kerpiçten kurdukları şehirlerde ciddi derece zenginliğe sahip kütüphanelere sahip olduğunu, kim söyleyecek bizlere? ( Kayıp Aydınlanma-S.Frederıck Star)

  Belki şair bir şeyler söyler kendince, derdimize çare değil de, bize başka dertler eklemek niyetiyle;

 “ Ey sen ki durmadan ağlarsın,

Döversin dizini;

Gel söyle bakalım ne yaptın,

N,ettin gençliğinde? “

   Paul Verlaine böyle söyler söylemesine de, o kadar çok şeyi kaybettik ki, ancak kıt hale gelince insanı, köy yumurtasını, köy tereyağını, ekmeğini, sütü ve peynirini arıyoruz. İnsanlığın en büyük hataları burada başlar; bol olanı suçlar. Bol olanla kavga eder. Dönüşümünü, muhtaç kaldığı zamanlar yapar; damla damla, sevgi, özlem, insanlık akar yalnız kalmış insanların ruhlarından.

Güven SERİN 

Hiç yorum yok: