27 Kasım 2020 Cuma

İKİ ADA İKİ ÖYKÜ

 



                                        

                                                İKİ ADA, İKİ ÖYKÜ

  

  İnsanoğlu adalara her zaman farklı, bir parça gizemli bakmıştır. Suyun ortasında, bazen sislerin-pusların ve bazen romantizmin içinde ada kültürü denen yaşam serüvenleri…

   İnsan beyni ve iradesi, hatta vicdanı öğrendikçe öğrenmek, her öğretiyi ayrı ayrı işlemek istiyor. Yani, bir nevi üretim; öğreti ve üretkenlik motorları çalışmaya görsün; ne denizler yetiyor, ne okyanuslar; uzayın öz evladı olan kişi, uzayın derinlikleri gibi derinlere uzanmak istiyor.

   Bugün yazıp anlatacağım iki ada öyküsü var. Birincisi, Umman Denizinde bulunuyor. Hindistan’ın Mumbai şehrine ait Fil Adası. Antik devirlerin öykülerini barındırıyor içerisinde bulundurduğu heykellerde.

   Fil Adası’na Mumbai Üniversitesi’nin davetlisi olarak giden KUÇURADİ Felsefe ve İnsan Hakları Vakfı kurucusu İoanna Kuçuradi, Fil Adası’na gitmek için bindikleri kayık, karşı kıyıya geldiğinde fil heykelleri satıcısının tezgâhına uğramış. Bir sürü güzel fil heykelciği görmüş. Fil heykelleri satıcısına ; “ Dönüşte alırım, şimdi epey yürüyeceğiz, dönüşte uğrarım.” Diyerek Fil Adası’nın derinlerinde olan antik yerleri, mağaraları görmeye gitmiş.

   İoanna Kucuradi, dönüşte söz verdiği gibi fil heykelcikleri satıcısına uğrayıp bir sürü heykel satın almış. Satıcı arkasından koşarak ona küçük bir fil heykelciğinin yanında bir çift söz söylemiş;

   “ Sözünüzde durduğunuz için teşekkür ederim. Bu küçük fil heykelciğini size hediye etmek istiyorum.”

   Bir küçük fil heykeli o günden sonra Kuçuradi’nin de kurmuş olduğu vakfın simgesi olmuş. Bir küçük fil heykeli, filozofun elinden düşürmediği etik bir değeri anlatan kutsal bir objeye dönüşmüşcesine sıradanlığın, sadeliğin etiğini de anlatıyormuş…

   Bizleri şaşırtacak olayların, öğretilerin nerede çıkacağı hiç belli olmaz. Hareket, gidilen yerlere koşulsuz bakış açısı, görme ve anlama duyuları sanatın ve felsefenin de borazanları çalıyorsa, kışkırtıcı ve delice bir üretme aşkının yanında aitlik hissiyatı içinde dünyalı olursunuz. Hatta evrenin bir parçası; hisseden, dokunan, anlatan rüyamsı bir parça…

   İkinci ada öyküsü ise ressam Arnnold Böcklin’in Ölüler Adası isimli çalışması-eseri. Sipariş üzerine yapmış olduğu Ölüler Adası çalışması, ressamın mitolojiden etkisinin karşılığı olarak doğmuştur.

   Efsanevi Styks nehrinin bir kolu olan Acheron üzerinde bulunan bir ada. Adaya yaklaşan bir kayık. İçerisinde yine mitolojiden bilinen ismiyle Kayıkçı Kharoon, beyaz giysisi ve kayıkta taşıdığı bir tabut usul usul Ölüler Adası’na yaklaşıyor.

   Küçük, gizemli ve tekinsiz görünen bir ada. Önden yaklaşan kayık ve kayıkçı, bir başka ölüyü getiriyor, yapması gereken görevin ve almış olduğu ücretin bilinci içinde. Servi ağaçları, ölümü bir kez daha hatırlatırken, adayı çeviren büyük, sağlam kayalıklar, bir tapınak etkisi yapıyor, kayalara oyulmuş kaya mezarlarının oyukları sayesinde.

   Sanat ve felsefe, insana dair öykülerle besleniyor. İnsansız bütün kavramlar, denizin geri çekilmesi gibi geri çekiliyor. Birden o büyük yatak, o muhteşem deniz, kocaman bir vadiye dönüşüyor; sularından ve canlılarından sıyrılmış, çırılçıplak kalmış bir halde…

   İnsan da öyle; en iyi şiir, en büyüleyici resim, şarkı veya öykü; insansız hiçbir anlam taşımıyor. Oysa insan ne kadar çok gürültü çıkartıyor 21.yüzyılın ikinci çeyreği yaklaşırken; ne büyük bir curcuna yaşıyoruz…

   Bütün bu yaşamları anlamlı kılacak olan şeydir sanat, edebiyat ve felsefe; uçsuz bucaksızlığın yaratıcısına uzanacak eli yüreklendirecek şeylerdir…

 Güven SERİN 

 

 

 


Hiç yorum yok: