10 Kasım 2020 Salı

GÜL KOKULU SELANİK

 



                                     

       GÜL KOKULU SELANİK

                        

  Eski bir efsane neredeyse beş yüz yıl öteye uzanıyor. Bir gece Sultan II. Murad bir rüya gördü. Uykusunda Tanrı düşüne girmiş ve ona koklaması için mis kokulu bir gül vermiş. Sultan II. Murad gülün güzelliği ve kokusu karşısında bu gülü saklayıp saklayamayacağını sormuş. Tanrı’nın cevabı nettir; “ Bu gülün ismi Selanik’tir.” Der…

  Selanik kadim zamanlara uzanan tarihi geçmişe sahip bir kenttir. II. Murad’tan önce Çandarlı Hayrettin Paşa ve Gazi Evrenos kumandası tarafından uzun süren abluka neticesinde ele geçirilmesine rağmen 1402 yılında tekrar elden çıkmıştır.

  II. Murad ile başlayan Selanik 482 yıl bir Türk şehri olmuştur. En büyük Türk’ü; Atatürk’ü ve daha nice değerli komutanı bağrında beslemiş, bir milletin kaderini etkileyecek dönüşümün şehri olma unvanına erişmiştir.

  Mustafa Kemal’e Trablusgarp görevi verildiğinde Selanikte’dir. Arkadaşı Ali Fuat onun üzgün olduğunu fark etmiş ve şu soruyu sormuştur;

“ Sende bir şey var ne oldu?

Bir şey yok fakat müteessirim-üzüntülüyüm. Ben eğer Trablus’tan dönersem tekrar buralara gelebilecek miyim?

Ne demek istiyorsun? “

   Mustafa Kemal iyice dolmuştur; ağlayacak durumda olan gözleri ve ağzından çıkan sözleri;

“ Korkuyorum, Fuat, korkuyorum! Doğup büyüdüğüm Selanik acaba Türklerin elinde kalacak mı?”

  Mustafa Kemal’in korkuları boşuna değildir. 9 Kasım 1912 yılında Selanik’i bekleyen Tahsin Paşa’nın başında bulunan 25 Bin kişilik ordu, destek alamayınca panikle dağılır, çöker…

  482 yıllık destan da bir başka yöne evrilir; Türler için Selanik, güzide bir anı, uzaklarda bir diyar olmaktan öte bir efsaneye dönüşür; unutulmuş, hafif bir yel esintisi içinde zaman zaman hatırlanan Orta Asya efsaneleri, o kadim şehirlerin göç eden insanların tertemiz öyküleri gibi bir yere taşınır Selanik Destanı…

  O gece, Mustafa Kemal’in arkadaşı Ali Fuat ile birlikte geçirdiği ay ışığının Olipmos Dağına yansımaları eşliğinde Mustafa Kemal son bir kez fısıldar; binlerce haykırıştan daha keskin bir fısıltı milyarlık hücrelerinden Selanik gecesine süzülür;

“ Ah Selanik, seni bir daha Türk olarak görecek miyim? “ Tüm yaşamı boyunca çok az ağlayacak bu asker; o vakit ağlıyordur; içinde temiz bir sevgi, sevda büyütmüş olmanın en saf haliyle; asker olmaktan çok öte, bir Selanik çocuğu, genci olarak için için ağlıyordu…

  İnsanlar doğup büyüdüğü yerlerden ayrılırlar. Ayrılabilirler, bu iş gönüllü olursa ve tekrar dönebileceğini biliyorsan; bu ayrılış, çok değerlidir ve hüznü de can yakmaktan öte canı-özlemi besler. Tıpkı, yıllar önce Balkanları usul usul izlediğim doğduğum topraklardan bir akşamüstü ayrılışım gibi. Babamın sürdüğü traktörün arkasına bir çuvala doldurulmuş olan tüm yükümü alıp, traktör hareket ettiğinde beni uğurlamaya gelen komşu kızlar, akrabalar ve annem, ninem; saygın bir duruş içinde sevgiyle el salladılar. Tekrar döneceğimi bilmiş olmanın o destansı ayrılışı; Meriç, Balkanlar ve İpsala Ovası geride kalırken, yepyeni bir başlangıcın de öyküsü başlıyordu denizin, Ganosların-Işıklar Dağlarının ve çok eski hikâyelerin yazıldığı yer olan Tekirdağ’da.

  Mustafa Kemal Atatürk’ün Gül Kokulu Selanik’i uzak diyarlarda şimdi. Bizim gönlümüzü alacak bir düşünce de yok Yunanistan diyarında… Her insanın aşkıdır doğduğu topraklarda sonsuzu hayal etmek, düşlemek ve o hayal ile gerçeğe yavukluya sarılır gibi sarılmak…

  Büyük Ata, geride bıraktığın büyük vatanın içinde o kadar çok uygarlık var ve gizli ki, hangi bir destanın, hüznün, sevincin ve soylu suskunlukların peşinde koşacağız? Yitik olan her değere değer katmak için sıklıkla ifade ettiğin gibi; çalışmak, çalışmak ve çalışmak… Çelişkiye düştüğümüz an; bilime yaslanmak, bilime yaslanmak; Atatürk’ün bıkmadan tekrarladığı gibi…

 

Güven SERİN 


4 yorum:

Zeugma dedi ki...

Ah, o gül kokulu Selanik, Ege'nin prensesi... Gidip de görenlerin yüreğini derinden sızlatan kocaman bir yara. Hele bir de Atatürk Evi'ne girmişse kahrolur insan. Tıpkı Atamızın anlattığınız ruh haline bürünüp binlerce sessiz haykırış yükselir içinden.
Osmanlının Avrupa’ya açılan en önemli kapısı bu kent. 26.000 askerli bir Osmanlı Garnizonu varken, garnizonun komutan müsveddesi Tahsin Paşa'nın tek mermi atmadan şehri Yunanlara teslim etmesi ne acıdır, ne acı! (Oğlu olacak şahıs da Yunan vatandaşı olmuş daha sonra.).Yunan, bu ucuz başarıdan dolayı şımarıp hem askeri hem halkı kılıçtan geçirmiş bir de. Off ki ne off:((
Giden geri gelmiyor. Son paragrafınızda belirttiğiniz gibi; Büyük Önder'in izinden gideceğiz. Gerisi kocaman bir boşluk ve hüzün.
İyi ki yazdınız. Bu değerli yazı için teşekkürler Güven Bey...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Çok teşekkürler Zeugma; hüzünler bile paylaşılınca,anlaşılınca sanatsal bir öneme sahip oluyor; derin kuyulara gömülen değerli anıları,belki de yaşama davet ederek ayrı bir evrensel teselli ve onarım,iletişim gerçekleşiyor...Selamlar...

deeptone dedi ki...

şu senin ganos yine :) selaniki çok severim. atatürk evinde nerdeyse hiç eşya yok ama, eskiden daha çokmuş, son 2-3 yılda boşaltmışlar, yine de etkileyici. selanik izmir gibi. kordonu çok güzel. yemekleri de. kavalada ise yemekler balıklar çok daha ucuz ve bol. ama adalar tabii daha güzel. özellikle milos ve syros. adalarda yüzmek en güzeli. nefis plajları var. bol deniz bol kalamar. bu yaz gidemedik maalesef :)

GÜVEN SERİN dedi ki...

Her daim Ganoslar Deep:)) insan yeryüzünü sevmeye görsün; Musa,Olimpos,Bey ve Baba Dağları; insan onlarla bir kez buluştuğu an bir serüven bir akış ve dönüşüm başlıyor:)) Selanik; gül kokan diyar; evet,doğduğum yerin çok az ötesinde olan arada bir nehir olan ayrı bir dünya; Kaf Dağlarının ardındaki masallardaki gibi:)) Teşekkürler Deep..