5 Mart 2020 Perşembe

ÖLÜMÜN KAÇINILMAZLIĞI


internet





                           ÖLÜMÜN KAÇINILMAZLIĞI

  Neredeyse insanın bütün öyküsü bu düşünce içine hapsolmuş durumdadır. Ondan kurtulamayacağını anlayan insan çıkış yolunu inançlara sığınmakta buldu. Yakarışları her daim gökyüzüne, ölümden sonraki yaşamın kurtuluşu üzerinedir…

  Ölümün kaçınılmazlığını cenaze törenlerinde görmek mümkündür. Gidene ağlayanlar, ardından bayılanlar ve birkaç saat sonra, kaldığı için, ölümün teğet geçtiği insanların kurnaz planları yine iş başındadır. Sanki hiç ölmeyecekmiş gibi, bütün kargaşa olduğu gibi taptaze devam eder… Yüzüklerin Efendisinin yazarı; J.R.R. Tolkien; insanların bütün hikâyesinin ölüm üzerine olduğunu anlatması, bu konuda bizlerin önünü biraz daha açması, ölümün gaddarlığı ve eninde sonunda çıkacağımız yolculuk adına hiçbir şeyi değiştirmiyor.

  Belki de, çok okumayıp, çok irdelemeyenlerin yolculuğu çok daha sade-basit, birkaç yakarışa sıkışmış bir gönül rahatlığı içinde gerçekleşiyor. Bütün eksiklerin, yanlışların, ayıpların, günahların, can sıkıcı durumların bağışlanacağına inanmak; basitliğin hamuruyla yoğrulmuşlar için kâfidir…

  J.R.R.Tolkien ölümünden önce yapmış olduğu röportajında, bizlerin; yani insanların hatırı sayılır dikkatlerini, bu dikkatleri canlı tutan şeyin ve tüm uzun hikâyelerin karşılığı olan tek bir şey; Ölüm hakkındaki öykülere ulaşacağımızı hatırlatıyor.

  Felsefenin, edebi dünyanın karşılığı olan şey; soru sormak? Ve cevap aramak? Bilimin elindeki en hakiki gerçek… Soru soranların öncülüğü olan dünyada, ama korkunç bir suskunluk içinde, soru soracak, cevap arayacak vaziyette olmayan milyarların içinde yaşamak da ayrı bir alegori…

  J.R.R. Tolkien ölümün kaçınılmazlığını, gazetede okuduğu bir yazı ve o yazıda Simone de Beauvoir’den yapılan bir alıntı üzerine daha netleştiriyor;

“ Geçen gün gazetede gördüğüm Simone de Beauvoir’den yapılan alıntı bana göre her şeyi özetliyor. Şimdi onu okuyacağım sizlere; ‘Doğal ölüm diye bir şey yoktur. İnsanın varlığı tüm dünyanın doğruluğunu sorgulanır kıldığı için… İnsanın başına gelen hiçbir şey doğal değildir. Her insan ölür, ama her biri için kendi ölümü bir kazadan ibarettir… Bunu bilse, bunu kabullense bile, yersiz bir haykırılıktır başa gelen.’ Bu sözlere katılıp katılmama size kalmış…”

  Bir taraftan insanlığın bilim yoluyla almış olduğu korkunç muhteşem yol ve yolculuk, bir taraftan bize anlatılan insan soyunun beş veya on bin yılık olduğuna dair olan öyküler, hikâyeler veya inançlar… Dünyanın yaşının 4,6 milyar yıl olduğunu düşünmek, sorgulamak, bunun üzerine bir şeyler söylemek; ayrıcalıklı zekâların, bilgi sahibi insanların işidir. Tıpkı, R.R.R. Tolkien gibi uçsuz bucaksız düşlerin içine giren, Dante gibi katmanlar arasında; (Cehennem, Araf ve Cennet) gezinen, Mevlana, Buda gibi insanı ağırlıksız bir yere; beden ve ruha davet eden insanlar…

  Bugün, geldiğimiz noktada uçak mühendisliğini ve teknolojisini reddeden yoktur. Yaklaşık 750–900 yıl önce,(Haçlı Savaşları) her şeyi birbirine karıştıran büyük yanılgılar, büyük günahlar ve günahkârlıklar ile birbiriyle çatışma halindeyken; Akdeniz ve Ege; Avrupa kıt'asına geçmek isterken boğulan yüzlerce, binlerce insanın mezarlığı haline geldi.

    Kendi topraklarında, doğdukları yerlerde huzur bulamayan milyonlarca insan; Orta Doğu ve Afrika'nın insanları; batı dedikleri büyük “Deccal”a (!) koşup kurtulmanın bin bir yolunu aramaktadırlar.

   Bugün geldiğimiz noktada ölümsüzlük ilacı-hapı bulunmuş olsa, ilk önce bu ilaca kimler koşardı? Sanıyorum ki, öncelik filozofların ve bilim insanlarını olmazdı. En çok cenneti satmak isteyen, pazarlamaya çalışan papazların ve dinin; dinlerin tüccarlığına sığınanların koşacağını düşünüyorum… Oysa en az günahkâr ve en çok cenneti hak eden onlardı ama dünyadan da ayrılmak istemeyenler onlar olması, oldukça garip bir durum değil mi?

  İnsanın özelliklerine gelirsek; dünyada bulmuş olduğumuz yaşamın farkında lığına odaklanmak, hüzünleri yaşarken, sevinç çığlıklarını, eğlenceleri de doya doya, sindire sindire yaşayamayan insanların öyküsü, her daim buruk ve yarım; belki de “yalan dünya” dedikleri yerde bir rüya kadar geçici oluyor…

 Güven SERİN 

                            

5 yorum:

Zeugma dedi ki...

Ölüm olgusu kimini korkutur, kimi doğal karşılar. Mevlâna gibi sevgiliye kavuşma günü (vuslat) olduğunu düşünenler, hatta onun ölüm gecesini Şeb-i Aruz olarak niteleyenler...Ölümü ve kaçınılmaz son olduğunu sükut içinde bekleyen, teslimiyeti kabullenen "Bu kadar yeter artık, ölsem" diyen yaşlılar gördüm. Üstelik hiçbir sıkıntıları yokken, sırf 80 yaşını aştıkları için böyle düşünüyorlardı. Ölüm kadar geniş kapsamlı bir konu yok galiba. Sonsuz bir girdap gibi... Değindiğiniz noktaları ilgiyle okudum. Kaleminize sağlık Güven Bey.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Teşekkürler Zeugma;ölümü her hatırlayış,onun üzerine yapmış olduğumuz düşünce sörfleri,aynı zamanda yaşamı şenlendirme anlamı da taşıyor:)) Sağ olun...

Kâmil bal dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
deeptone dedi ki...

işte insanın en büyük iki korkusu, ölüm ve yalnızlık.

GÜVEN SERİN dedi ki...


Her daim var olan gerçekler;sanat,edebiyat bu yüzden doğmuş;düşler,korkularla mücadele etmeyi çok sever:))