20 Şubat 2020 Perşembe

PALAVRACI KEŞİŞ


ŞİO-MĞVİME MANASTIRI









                         

  PALAVRACI FRER-KEŞİŞ

    Tesadüfün bu kadarı olur; yolculuk esnasında yanıma aldığı kitaplardan en önemlisi; Geoorey Chaucer’in Canterbury Hikâyeleri eseridir. Kitapta bulunan öyküler, yüzyıllar öncesine; geçmişe dönük olsa bile; günümüzün kurnazlığı, hilebazlığıyla, sosyal ve kültürel yaşamıyla yakından bağlar kurdum.

   Güney Kafkasya gezisi sırasında Tiflis bölümünde, eski başkent Mtsheta yakınlarındaki Şio-Mğvime Manastırını da gezdim. Dağların içine sokulmuş Ortaçağ’dan bu yana manastır olarak kullanılan yerin keşişlerinden birisini tanıdım. Daha doğrusu o,beni müşteri olarak gördüğü için kendini tanıttı.

  Keşişin bedensel dili yolculuğumun başından sonuna kadar olan bölümünde hiç ama hiç güven vermedi… Tiflis yakınlarındaki Şio-Mgvime Manastırı keşişinden söz etmeyeceğim elbet. Onu daha öncesinden yazdığım için, Canterbury Hikâyeleri’nde ki Frer-Keşişten söz etmek istiyorum.

  İnsanların masum duygularını farklı alanlarda kullanmak adına seçilen en kolay yollardan birisidir; İnançlar… Bu hikâyedeki keşiş, yaşamın içerisinden farklı bir unvanla her an karşımıza çıkacak güçte; ağzı iyi laf yapan, kapısını çaldığı her haneden bir şeyler isteyen bir adam…

  Sıklıkla uğradığı zengin evlerinden kabul ettiği Thomas ve eşinen hanesine de geldi. Thomas hasta yatağından keşişi her ne kadar saygı gösterisi içinde kabul etse bile, Keşişin palavracı olduğunu baştan beri biliyordu…

   Evin erkeği Thomas’ın hasta oluşunu fırsat bilen keşiş, büyük miktarda para alabilmek için bir sürü dil döküp korku taşıyan öyküler bile anlattı. Thomas can derdinde, keşiş ise koparacağı büyük paranın derdindeydi. Güya, yapılacak Manastır için yardım topluyor; verilenlerin ismini bir kâğıda yazıyor, dışarı çıkınca, yazdığı ismi siliyordu.

  Keşiş, Thomas’a dil dökmekten yorulmuş, amacına ulaşmak için işi biraz daha duygusal hale getirmek için; “ Thomas! Tanrı aşkına yap bir iyilik!” diye, Thomas’ı en zayıf olduğu Tanrı ile sınamak, kandırmak istemiştir.

  Buraya kadar hasta yatağında usul usul ve zoraki olarak Keşişi dinleyen Thomas hiç de aptal bir insan değildir. Onun bir planı vardır. Gücü kuvveti yerinde olsaydı, keşişi tuttuğu gibi dışarı atmayı düşünüyordu. Ama ona bir sürprizi vardı Thomas’ın.

  “Sana sadece şu anda üzerimde ne varsa onu verebilirim. Kardeşim olduğunu mu söylemiştin? Keşiş heyecanla cevap verir; “ Evet, elbette.” Thomas, yattığı yerden konuşmasına devam eder; “ Güzel. Teşekkür ederim. Şimdi hâlâ yaşıyorken manastırınıza bir bağış yapacağım. Sana söz veriyorum, eline alacaksın onu. Ama tek bir şartım var. Manastırındaki bütün frerler-keşişler sana vermek üzere olduğum şeyden eşit pay alacaklar. Böyle yapacağına dair kutsal kardeşliğin üzerine itiraz bulmadan, ya da tereddüt etmeden yemin etmelisin.”

   Keşiş, verilecek hediyenin-paranın daha da büyük olacağını düşünmüş olmalı ki; “ İsa’nın kanı ve kemikleri üzerine yemin ederim.” Diye karşılık verdi. Thomas’ın elini sımsıkı sıkarak; “ Bana güvenebilirsin.” Dedi.

  Thomas “ Tamam o halde. Şimdi elini arkama götür. Aşağı indir. Kaba etlerim arasını yoklarsan orada senin için sakladığım bir şey bulacaksın.” Frer “ Aha, sanırım ödülüm büyük olacak.” Diyerek elini çarşafın altına daldırdı. Hazineyi bulabilmek için Thomas’ın kıçını eliyle yoklamaya başladı. Thomas, frerin parmaklarını kıçında hissedince ansızın devasa bir osuruk çıkarttı.”Araba çeken bir çiftlik atı osursa ancak bu kadar gürültü çıkartır. Sabancının öküzü olsa bu kadar feci kokmazdı. Korkunç bir gürültüydü.

   Frer John öyle bir irkildi ki ayağa fırladı hemen.” , “ Seni pislik herif! Kasten yaptın bunu! Bu osuruğu sana ödetmezsem ben de ne olayım! Bekle de gör!”

  Gürültüyü işiten evin uşakları koşarak Thomas’ın yattığı odaya geldiler. Frer’i ite kaka dışarı attılar. Frer, burnundan soluyan yaban domuzundan farksızdı, der kitabın öyküsünü kaleme alan yazar…

  Hazine bulacağım, daha fazla kazanacağım diye çevresindeki insanları aldatanların düştüğü bu durum; “OSURUK” olarak kalsa iyi. İnsanların güvenini kaybeden, adı palavracı-ya çıkan bir insanın elinde bulunan bir yudumluk yaşamı; en az hasta yatağında keşişe bir ders vermek için bir öküz kadar güçlü osuran Thomas’ın osuruğundan daha beter bir çürümüşlük-tür; kokuşmuşluktur, yok oluşun sefaletidir…

  Toplumlara palavracıların verdiği zararı kimse veremez. İş yaşamlarına, sosyal hayatlara, kendi özel hayatlarına; her şeyin bir osuruk gibi çürümesini, yozlaşmasını sağlarlar palavracı insanlar…

Güven SERİN 

4 yorum:

Zeugma dedi ki...

Büyük bir ciddiyetle okurken on birinci paragrafta "gürültülü" bir kahkaha attım:))) Müthiş bir hikayeymiş. Yazarının eline sağlık. Günümüz için olması gereken. Tam yerine rast gelmiş. Teşekkürler Güven Bey.

GÜVEN SERİN dedi ki...


Teşekkürler Zeugma;tek tek sayıp on birinci paragrafa,işaret ettiğin yere geldim;yeniden güldüm;vay canına,diyerek:))

deeptone dedi ki...

ilginç yaa. ayrıca duymadığım bi yöreymiş. canterburry eski ve yeni ingilizcesinden okudum. dev eserlerden var blogumda :)

GÜVEN SERİN dedi ki...

Özel hikayeler,çok basit,bizden bir şey;masalımsı gibi başlayıp,kendi derinliğini,gizemini oluşturuyor;gerçekten de dev:))