ŞÖYLE BİR SORUN KENDİNİZE?
Akıp giden yaşamlar;
sürekli yer değiştiren insanlar ve toplumsal dönüşümler… Daha kırk yıl
öncesinin Türkiye’si tarım nüfusuna, köyle ağırlıklı yaşamlara sahipken; nasıl
olduysa oluk gibi şehirlere akan kırsal kesimler, kasabalar; şimdi kent
ağırlıklı bir topluluğa dönüştük.
Dönüştük dönüşmesine
de; neredeyse güzel olan her şeyi birden bırakıp, terk etmenin ağır, sancılı ve
belki de onarılamaz sosyolojik kırılma ve hastalıklara da sahip olduk. Büyük yalnızlık…
Beslenme bozuklukları yanında, ruhsal açıdan, rekorlar kıran hap kullanma
alışkanlıklarının da başkenti olduk.
Büyük göçün, birden
şehirlere yığılmanın kökeni, onları şehirlere iten asıl sebepler tam olarak
araştırıldı mı? Bu alanda üniversitelerin araştırmaları yeterli mi? Gerçek bir
araştırma yapılsa, bu göçün sebeplerinden en önemlilerinden birisi kadınların
düşünceleri ve istekleri gün yüzüne çıkacaktır.
Tarlada, ahırda,
bahçede, evin her alanında olan kadın; binlerce yıllık sıkışmışlığı, ağır yükleri,
şehre göç etmeyi, ettirme düşüncelerini de tetiklemeyi başardı. Onun elide,
sıcak sudan soğuk suya girmemeli! Onun da yüksek topukları, kendi yaşamı için
kendi kararlarının hürriyeti olmalıydı!
İşte bu göç
dalgalarının en büyük tetikleyicisi; “Köyde kalırsan evlenemezsin!” Korkusu,
köy yalnızlığını, şehir sosyalliğine, huzuruna, rahatlığına adayan milyonlarca
insanın büyük göçü tamamlandı.
Tamam, oldu mu her
şey? Yoksa tamam olacağı yerde; yarım ve çeyrek yaşamların garip karşılığı,
ürünleri; hatta ürünsüzlükleri mi desek! Et dışarıdan! Saman da öyle! Organik
tarım düşüncesi de; batıdan! Zaten, organik yaşayan bir ülkeydik. Şimdi; çoban
bile dışarıdan arar olduk.
Yaşamı, sadece kentli
olmaya, memurluğa, hazır tüketime, birkaç katlı apartman dünyasına ve havalı
araç sahibi olmakla eşanlamlı tutmanın garip ziyanlıkları; görünmez, bilinmez
gibi yapsak da; şehirlerin sessizliğinde, gece ıssızlığında, festivallerin,
bayramların, düğünlerin, hatta ölüm törenlerinin bile etkisizliğinde o büyük
insan eksikliğini bulmamız mümkündür…
Gaipten değil;
katiyen! Edebi dünyanın içerisinden bir insan çıksa; Turgenyev, her tarafı
duman sarmış bir görünmezlik içerisinden, ismini, adresini, hatta sahnelediği
karakterlerin ismini bile verip, şu soruları sorsa;
“ Bir işe
girişeceğiniz zaman şöyle sorun kendinize; ‘Sözcüğün tam anlamıyla, uygarlığa
mı hizmet ediyorum ben? Uygarlığa özgü fikirlerden birini mi uyguluyorum?
Emeğim günümüzde ülkemiz için tek yararlı, verimli yöntem olan Avrupa’ya özgü
eğitici özellikler taşıyor mu? Bu sorulara ‘evet’ cevabını verebiliyorsanız
cesurca devam edin. Doğru yoldasınız ve iyi bir iş yapıyorsunuz demektir!
Tanrıya şükürler olsun! Artık yalnız değilsiniz! Boşa kürek çekmeyeceksiniz!”
Habertrak
gazetesinin Sığdaki Derinlikler Köşesinden yıllardır sesleniyorum. Sanki yarın
siyasete atılacakmış veya yüksek bir maaş alan birisiymiş gibi! Hâlbuki bütün mesele;
sevdiğim bir işi yapmak, yani var etmekten öte; aynı zamanda kendimi diri
tuttuğum gibi, yaşadığım yere olan bağlılığımı da anlatma gayretinden başka bir
şey değil.
Buna rağmen; şöyle
bir baktığımda; Bir arpa boyu yol aldığımı da görmediğimi sanmayın! Çünkü
yukarıda ki soruları soran insan sayısı; sanki bilinmeyen bir el tarafından
büyülenmiş insanlarımızı, düşünme, yaşadıkları yeri gerçek manada sevmeme gibi
bur karaktere büründürmüş.
Herkes; yani 200 bin
insan nerede? Olmayan tiyatro binaları için ses yok! Opera, bale; lüks
sayılıyor muhtemelen. Denizi olduğu halde, deniz kültürünün olmayışı, kimseyi
düşündürmüyor. Her gün limanından kalkacak bir vapurun, İstanbul’a, İzmir’e,
Çanakkale’ye gideceğinin hayalleri bil kurulmuyor.
İşin garibi; kurmuş
olduğum yazı atölyesi, artık çevremdekilere garip gelmiyor. Belki de bu da bir
yol alma; bir başlangıç temeli atmadır; yaşarken değil de; birçok yazarın,
şairin yazgısı gibi; ölümden sonra başlayacak bir düşünce, şehir sevdası,
geçmişine, geleceğine ama aynı zamanda bugüne da uygar düşünce telaşları,
coşkusu ve öğretileri içerisinde bakma arzusunu tetikleyen insanlardan birisi
olacağız…
Güven Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder