ZAMAN ASLA ÖLMEZ
Before the Rain
filminin başlangıç sözleridir bu sözler;
“ Zaman asla ölmez! Çember yuvarlak değildir” Bir açılım,
bir anlam ki; Sonsuz…
Film, Fransız
İngiliz ortak yapımı! Çekildiği yer; Makedonya; Ohri yakınlarında. Daha yeni
geldiğim diyarlar. Dağlarından, ormanlarından, insanlarından ve sularından; çok
yeni geldim…
Bu filmi izlemem
gerektiğinin notu; masamda, beynimde çoktan kazınmışken; izlememe engel olan
şey neydi? Bir bilinmezlik; çemberin yuvarlak olmayışı… Zamanın da ölmediği…
Filmin karakterlerinden Makedon fotoğrafçı, ülkesine-köyüne 16 yıl sonra geri
dönüyor. Kabul görmüyor; bizden değildir, deniyor…
Ya ben; neredeyse
140 yıl sonra; büyük dede ve ninelerim adına gidiyorum. Onaylayacak makamlar
onaylıyor; sınır kapılarından kolayca geçtim. Bütün korkulardan, sorulacak
sorulardan öte; doğum günüm bile kutlandı; Makedon sınır kapısında görevli
tarafından.
Filmin çekildiği
kilise; Sveti Jevan Kaneo;Ohri,Üsküp;kısacası Makedonya da ona benzer,neredeyse
aynısı yüzlerce kilise-manastırdan birisi; Rum ve Ermeni mimarisinin ürkünç
güzel örnekleri…
Neyi anlatıyor film?
Elbette daha çeyrek yüzyıl önce yaşanan savaşı! Gözyaşlarını, sürgünleri,
korkuları…600 yıl bir arada; camilerin, kiliselerin, manastırların; kısacası göklere;
tanrıya yakarışların neredeyse aynı çatı, rüzgâr altında yaşandığı büyük
kırılmaların sadece bir bölümünü…
Bu diyarlara gitmiş
olanlar veya hiç gitmemişler. Tıpkı, ne zaman okuduğumu ve kimin tarafından
söylendiğini bilmediğim bu sözcü de yanlarında getirsinler;
“ Dağlara gitmeden önce;
o yöreyi iyi tanıyın! Hiç farkına varmadan nadide bir çiçeğin üzerine basar da
geçersiniz! Haberiniz bile olmaz!”
Bu filmi, dikkatlice,
durdurarak izlemeyi; izlenme önerisini edebi, sosyolojik bir sorumluluk içinde
yapıyorum.
Bu yazı, filmin
çekildiği yerlerin anısı; daha çok taze… Kulağıma gelen halk türküleri ve
filmin müziği; şimdi bütün kapıp zamanlara, gözyaşlarına ve zamanın asla
ölmeyecek oluşuna; bu insanların kendi elleriyle yaptıkları ve Makedon
gümrüğünden aldığım yereye ait; bir bardak brandyi yudumluyorum.
Boğazımdan mideme
inen büyük sıcaklık… Küçük bir yudumun, kapanmayacak olan çemberin sonsuza
uzanan akışı gibi; iç organlarıma ve çok hızla beynime ulaşan; ibadet çağrıları;
kimi ezan, kimi çan şeklinde…
Oysa yazarın aradığı
şey; insan sesleri… Bakışları… En cılız, en çirkin ve en korunmasız olanlar…
Şimdi silahlar
sustu. Kayıplar çok büyük. Neredeyse yüzyılı aşan insan derecikleri, ırmakları
ve sel olup akan büyük balkan türküleri-ağıtları…
Sanatın korkusu veya
çekim kuvveti burada başlar. Ya kaçar, ya yüzleşirsin. Pılıyı pırtıyı kaçmanın
zaferine de ulaşmak senin elinde. Kalıp yüzlere kazınan derin çizikler içinde
ki yüzlere bakmak ve bakışlarından utanç duymak…
Hiçbir onurlu balkan yoksulluğu,
insanın doymazlığına, vurdumduymazlığına boyun eğecek kadar aşağılara inmez.
Gururundan vazgeçmiş görünse de mahcubiyetinden asla…
Ohri’de yaşayan Fuat
Hayrettin Bey, doğma büyüme oralı… Muhtemelen kökleri yüzyıllar ötesine; büyük
dedelerimizin geliş zamanına…
İşte, yılların
suskunluğunu bozan bir sesle; “ Bırakıp gittiniz bizi buralarda” demesini, söz
verdiği bütün ruhlar, gözyaşları, ağıtlar için de yapıyor; üstelik tam olarak
kime seslendiği, niçin seslendiği; belli belirsiz…
Güven Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder