JOZEF KOUDELKA
JOZEF KOUDELKA
AŞK, ÇİNGENE BİR ÇOCUKTUR
Carmen; ah Carmen…
Nice sevda filizlenir onun hayalinde! Dokunulmazdır, ulaşılmazdır onu Carmen
yapan şey; o yüce edebi bir sevda… Bir tütün işçisi doğumudur başlangıcı. Ve
sonra, esas olana, baştan beri dışlanmış olup, edebiyatın kucaklarını sonuna
kadar açtığı “Çingene Kıza” dönüşür.
Edirne İpsala’nın en
büyük eğlencesi olan şeydi güz zamanı panayırları. Çadırlar, hediyelik eşyalar,
dönen sandalye ve hareketli, eğlenceli kayıklar. Tahta halkalarla sigara
paketlerini avlamaya çalışmalar, makyajı ve gizemi can yakan çingene kızların
saçma doldurduğu silahlara yaklaşan delikanlılar…
Erotik gösteri
yapılan çadırlar; anlaşılmayan bir sanatın estetik, içgıcıklayıcı ve öğretici
oyunları, Sümer okulları gibiydi. Yabanlığı, kabalığı, kısır döngüyü zorlayan;
marifetli bir sürü sunum, hareket, şölen yaşanırdı, bol tozun, toprağın ve
Şenay şarkılarıyla(Bu ne dünya kardeşim) yankılanan güz gecesi-geceleri
yaşandığı diyarda.
Carmen, bir müzikal
tiyatro olmaktan öte geçer. Toplumsal dışlanmayı, kenarda kalmanın birbirine
sokulma ve farklı ve gizemli olanı ortaya çıkartma sanatının tümü, büyük
eserin, eserlere başlangıcın ateşleyicisidir aynı zamanda.
Bu yüzden, büyük nice
şarkının, bestenin ağrılığının, paha biçilmez oluşunun içinden sıyrılıp, dışa,
bizlere, eğlencelerimize, kutlamalarımıza kadar ulaşır çingene şarkıları,
besteleri. Josef Kooudelka’ın fotoğraflarında ki çingene çocukları, kız ve oğlanları;
koyun koyuna sokulmuş canlıların en tabi halidir.
Emir Kustirica’nın
Time o the Gypsies-Çingeneler Zamanı filmi; damıtılmış insan manzaraları
olmaktan başka bir şey değildir. Zorluklar, itilmeler; insan denen canlının
kendi zanaatını ortaya, hünerlerini, buluşlarını yapmaya vakit ve evrimsel bir
dönüşüm sağlar.
Notre Dame de Paris
Müzikali ve üç aşığının arasında kalmış Esmeralda’da, Geogres Bizet’in Carmen Operası,
onun kalbi Carmen de hep aynı şeyi anlatır; Çingenelerin hikâyelerini…
Bizet’in gözlemleri,
çingene kültürünün saf, yaşamsal süreçleri; çok anlaşılır ve değerli bir
toplumsal ilişkiye dönüşür. Aşkın çingene bir çocuk olduğunu; yani, en fazla
altı ay süren bir tutku; her çingene kızın değişime mecbur olduğu, sıkılmaya,
zorlamaya gelemeyeceğinin sosyolojik tespiti değil de nedir?
Marifet budur işte!
Direnme; direnirken birbirine sokulma… Ve aynı zamanda tüm dünyada ki
çingenelerin ortak dilidir; siyasete bulaşmamak… Eğlencelerinden,
zanaatlerinden vazgeçmemek…
Israrla büyüttüğümüz,
güçlü kılmaya çalıştığımız nice ahlaksal, geleneksel olayları; öyle bir
yaşarlar ki; en trajik halde bile gülümser onların falları. Kâhinin en lanetli
bakışları bile vazgeçirmez süsten, süslenmeden; cümbür cemaat seslerden,
seslenişlerden.
Carmen, sahnesinden
defalarca seslenir yeryüzü insanına; “ Sevmezsen beni, severim seni. Seversen
seni, benden sakın!”
Çingene kızın
sevdası, felsefesi budur işte! Sıkma beni! Zorlama! Ve zorlama dürtülerin,
cilvenin, aşkın şartlarını! Bir karanfil, gül, mitolojide kalbe saplanan oktan
daha etkilidir; göz kamaştırır, köle eder; kollamasan kendini…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder