Kamera; Güven-Ganoslar Diyarı
Kamera; Güven
Fotoğraf çekmek kolay değil; Yunus Usta
iyi iş çıkartmak için her yolu deniyor.
Kamera, Güven
Yeşilin her katmanı,değerlidir,hoştur..
Kamera; Güven
Bülent Yorulmaz,gördüğü tepeler,vadiler karşısında
içselleştirme yapıyor.
Kamera; Güven
Uçmakdere Güney Tepeleri
Anıt Ağaç,zamansızlığı ve zamanı anlatıyor...
Kamera; Bülent
Sabah Kahvaltısı;doğaya teşekkür töreni..
Şarabı unutmuş olmamız,çay ile minnet
duymayacağımız anlamına gelmez elbet..
Kamera; Güven
Ganoslar İçiçe Geçmiş Tepeler
ŞAFAK VAKTİ RÜZGÂRI YAKALAMAK
Böyle bir algı,
düşünce, hayal olmaktan çok gerçeğin ta kendisidir. Eğer, çevrenizde Ganoslar
(Işıklar) Dağları gibi dağlar, içtenliğin, iç içe geçmişliği diyarları varsa, o
sabah tembellik etmeyip, gecenin 04.00 zamanı uyanıyorsanız; bu mümkündür.
Vakit, şafağa uzanan
vakitse; gün tazelik kokuyor demektir. Algınızın genişliği, duyarlılığı,
şaşkınlığı karşısında minnetten öte bir sarılış destanı yaratmanız da mümkün…
Dağlara, ormanlara,
tepelere ve oraya ait; insandan çok önce gelmiş; bütün hayvanlara;
karatavuklara, kekliklere, bülbüllere, çobanaldatan kuşundan kartala, domuza,
çakala, tilkiye, farelere kadar tümüne insafın derinlerine bakan ilmi ve
vicdani bir sarılış gerçekleştirmek, oldukça insan işi…
Vakit, gitme vakti;
aynı zamanda Ganoslarla özlem giderme anı demek olduğunu; ben kadar yürüyüşe
katılan; Yunus Usta ve Bülent Yorulmaz da biliyor. Bu bilgi, bu heyecan Bülent
için daha çok yeni olsa da; Yunus Usta ile başlattığımız bu Ganos, şafak
yolculuğu yılları birbirine bağladı.
Bu yüzden, Bülent,şafağa
doğru ilerlerken sordu; “ Güven ağabey,bu yol nereye gider?” Bu soru, bilinen
bir yolun tarifi, harita bilgisi olmaktan öte geçti; Theo Agelopoulos’un bir
filmi içinde ki sahne sorusu gibi; yaşamın, uygarlıkların derinliklerine dikkat
çeken bir algı yarattı.
Gerçekten de bu yol
nereye gider? İnsanlığın, uygarlıkların, henüz ortaya çıkmış kıymıklar bile tam
anlaşımazken, bunca çabanın, savaşın, barışın bir türlü uzlaşılmayan cennetsel düşlerin,
cehnnemi fikir ve yalnızlıkların; kısır döngülerin yolu; nereye gider?
Cevap vermedim.
Bilerek… Bülent de bilerek, cevabı istemedi… Biliyordu ki, doğaya, ilime,
felsefeye, edebiyata doğru yürüyüş başladı mı; sonu yok! Bilinenlerden çok daha
fazla; bilinmeyen…
İran’ın çok önemli
kadın şairi Furuğ Ferruhzad 32 yıllık ömre, halen yanına yaklaşılmayan
özgünlük, öncülük sığdırmıştır. Şiir yazmanın yanında, yaptığı belgesel, çok
önemli bir insanlık gerçeğine IŞIK tutuyor;
Cehalete…
Yoksulluğa… Kadının günahlarına dikkat çeken erkeğin hokkabazlığına da…
Furuğ’un çektiği belgeselin ismi, Eve Karadır!
Bu karalığın
bulaşıcılığını, hastalığın ilacının yine insan olduğunu bir kez daha hatırlama
heyecanı ile Ganoslara her çıkışımda, kavuşum anında; Ganoslar Işıktır!
Diyeceğim… Denizdir… Ihlamurdur… Kekiktir… Kekliktir… Çam ağacıdır…
Çobanaldatan, Karatavuk, bülbüldür… Adaçayıdır, üzümdür, bağdır; kayıp
medeniyetlerin diyarıdır…
Hafta sonu bu
bölgeye hakkını veren bir gözlem içinde giderseniz, bölgenin tarihsel,
mitolojik, doğal ve sosyolojik güzelliklerinin yanında, yalnızlığa terk edilmiş
köylerinin, doğasının nasıl da büyük bir işgal veya huzur arayıcıları
tarafından görülmeye değer olduğunu; akan araç trafiğinden anlarsınız.
Tam da her şey
doğallığını korur, henüz bozulmamışken; her şeyin ticaret olmadığını tüm
kurullar ve bu konuda önce şehirler, ülkeler incelenerek, bu yörenin, vahşi bir
ticari anlayış içinde yok edilmesini önlemek de elimizde.
Gözlemecilere
verilen görgü, ticari uyarılar, destekler işe yaramış. Uçmakdere, sancılar
içinde doğum yapan annenin, doğmuş bebeği gibi; artık, gülümsüyor; bu işin
öncüsü olabilir; ben de Ganoslaran evladı, kendisiyim, diye; gün ışıktır,
çoğalma, yaşam çığlığıdır, diyor.
Bölgenin anıt
ağaçları da oldukça çok ve bakıma muhtaç… Hiçbir şey, bunca yıla boşu boşuna
dayanmaz. Bir anlamı, açıklaması ve saygınlığı hak eder… Uçmakdere’nin
girişinde ki anıtsal çınar ağacı gibi, Uçmakdere’in güney tepelerinde, eski
manastır bölgesinde ki anıtsal ağaç; acilen, bakıma, korunmaya ihtiyaç
duyduğunu; koşulsuz bir doğal güzellikle anlatıyor.
Sabah kahvaltısını
işte bu anıt ağacın hemen yakınında ki çeşmenin yanında yaptık. Manzaranın ucu
bucağı yok… Tarifsiz katmanlar… Yakınımızda ki incir ağacının hoş kokulu,
yaprağında ki davetkârlık, yaseminleri, karanfilleri, gülleri, ıhlamurları,
iğde ağaçlarını imrendirecek kadar yoğun…
Kahvaltı, dürbün ile
doğanın manzaralarına bakışla devam etti. Elbette Leonard Chen’in Waiting For
The Miracle şarkısı da manzara izlerine tanıklık etti. Furuğ’un Yeryüzü
Ayetleri kitabından üç şiir okudu. Birini Yunus Usta, birini Bülent ve diğeri
benim tarafımdan…
Bunca güzellik;
doğanın milyonlarca yıl çalışmasının ürünü. Ancak, edebi, felsefi, tarihsel,
sosyolojik, insana dair doğaya doğal bir sokulmayla anlamlandırılıp değerli bir
ana dönüşebilir. Yıkmadan, yok etmeden, batırmadan… Herkese; bütün canlılara,
insanlara ait bu değerlerin misafiri olduğumuzu bilerek; evimize girerken
ayakkabılarımızı bile çıkarmayı önemli gördüğümüz gibi; titiz, nazik, şefkatli
ve görgü içinde dokunarak…
Yunus Usta İranlı
şair Furuğ’un kitabını eline aldı ve bir sayfa seçip okudu;
Güneş soğuğunda
Bereket yeryüzünden uçup gitti
Ve çayırlar kurudu ovalarda
Ve balıklar kurudu denizlerde
Ve toprak ölülerini,
Kabul etmez oldu…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder