TAŞ
MEKÂNLARA SIKIŞMIŞ GENÇLİK
Altları oyulan,
direkleri zayıflatılan binalar, dağlar, taşlar nasıl ki çökmeye mahkûmsa;
gençliğini sağlam ayaklar üzerine oturtamayan; dershane adı altında oluşturulan
binalara mahkûm ettikten sonra; yüksek bir manevrayla ÖZEL okullara çevrilen;
taş, beton ıssız yerler…
İçlerinde atılan
çığlıklara aldanmayın siz! Buz gibi yalnızlık hüküm sürüyor büyük çoğunluğunda…
Böyle bir acının geçtiği yerdir Çınarlı Çeşme Sokak ve orada ki özel lisede
yaşayan genç kızın intihar eylemi…
Bildik insan
kalabalığı ve tanıdık sesler; “ Ambülâns geç geldi! Polis daha gelmedi!” Beni
tanıyanlar; Bütün kızgınlığını benden çıkartmak üzere; “ Yaz Bunları be
kardeşim.” Ses öfkeli; ses acılı… Birisi vurun şu yazan ama yazgının halini
değiştirmeyene dense; bir trajedi de benim yanımda; benim bedenimde yaşanacak.
Genç kız, yerde
yatıyor. Bacaklarını görüyorum. Kollarını; yaşamın içinde geçen zamanlarını
düşünürken, onun yüzüne doğru gidemiyorum. Korkuyorum. Kendimden, yeterli
eğitimden, görgüden, neşeden, müzikten, danstan, deneyimden geçip acıyı bile
yüksek bir sevgiyle kucaklayamayacağımdan…
Olayla; genç kızla
yüzlemedim… Ambülânsa binerken gördüm kana bulanmış halen oynayan; titreşen
kollarını. Bir süre yok olmak istedim; yerin yarılışına, göğün sonsuzluğuna
uzanırcasına.
15 dakika sonra yine
geldim; henüz kanı, silinmemiş, temizlenmemiş; biraz önce bir felaketin
yaşandığı Çınarlı Çeşme Sokağa…
Beş altı kişi halen
kanın, olay yerinin başında; acı, şaşkınlık ve korku içindeler… Eminim ki her
kez aynı şeyi düşünüyor. Bizim de yakınlarımız; kızımız, oğlumuz var! Acaba! Bu
büyük kaos, bu can çekişen eğitim süreçleri; yaz-boz algıları; betona, çeliğe
ve teneffüssüzlüğe sıkışan çocuklar…
Özel Lisenin kapısını
açıp içeri girmek; idarecilere ulaşmak istedim. Bir ses; “ Buyurun!” Keskin,
hüzünlü ve öfkeli… Bir idareciyle görüşmek istediğimi, gazeteci olduğumu söyleyince;
öfkenin sınırı gösterildi kapının açılmasıyla birlikte. Dışarıya öfke hapşucuğu
gibi bir şeş seslendi;
“ Arkadaşlar
gazeteciymiş!” Bir sunum, bir tanıtım? Değil; beni kollamalarını, bana herhangi
bir söz, bilgi vermemeleri için ciddi bir uyarı. Gördüm ki, olay yerini
bekleyenler o idarecinin tanıdıkları. Yan binada bulunan özel markete yöneldim.
Olayın dibinde; çok yakınında, çalışanlardan bir yorum, daha doğru bir bilgi
alabilmek amacıyla…
Çalışanlara ulaşana kadar,
özel lisenin yüksek koşucusu olan idareci, ayak, irade hızı, kurnazlığıyla beni
çoktan geride bırakıp, orada bulunan çalışanlara bir şey fısıldadı. Sanki içeri
bir canavar girmişçesine; çalışan erkek ve kızın yüzleri kasıldı.
Niçin geldiğimi;
kısaca anlattım. Korkmamalarını, yanlış bir şey varsa, bizlerin doğru
önerilerle bu tür felaketleri azaltabileceğimizi ifade ettim. Bana verdikleri
cevap; “ Biz bir şey görmedik zaten!”
Vicdanlar, yoksul
iradelerimiz ne çabuk kapanıyor. Ne büyük korkuları geceye, yalnızlığa
saklıyoruz. Özel Lisenin idarecisi onları hangi sözle korkutmuştu? Muhtemelen;
gelen gazeteci, başınızı yakar! Demişti.
Kimse başı yanmasın diye,
olaylara hep uzak kalmayı, öykülerle, başka ülkelerin gelişimi,
geliştirdikleriyle avunmaya devam ediyoruz. Akıllı telefonların mahkûmu
olduğumuz gibi…
Olay yarenin
yaşandığı yerin yakınlarında durdum. Oraya 40 metre uzaklıkta ki çay
ocağında çayı içerken tadına varmadım. Tanık olanlardan edindiğim bilgi,
ürpertici bir gerçek!
Daha önce orada
çalışmış birisi; lisenin önemini, öğrencilere verdiği değeri anlatırken; sıkı
bir ders programı uyguladığını anlatıyor… Lisenin felsefesi, en başarılı
öğrencileri yetiştirmek! Çünkü öyle isteniyor; yarışın en yüksek üniversite
başarısı gösterin ve müşterilerinizi-öğrencilerinizi daha çok arttırın…
Eğitim sistemlerimiz,
eğitimde rekabetin olmayacağı üzerine; rekabetin ticari korkulardan sıyrılıp,
dünya veya ülke çapında; bilgisel, kültürel rekabetlerin olması gerektiği
üzerine acilen verilecek kararlar, çıkacak kanunlara o kadar çok ihtiyaç var
ki…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder