Kamera , Güven Pera Müzesi
TOPLUM SİNSİDİR
Alman düşünür
Schopenhauer “ Toplum sinsidir” der. Biliyorum “sinsi” kelimesi biraz soğuk bir
kelime. Belki de hayvanlar âleminin en güzel canlılarından birisi olan “yılan”
için yakıştırılıp insana aktarılmış bir sıfat…
İster hayvanlar,
ister insanlar âlemi olsun, bilinmeyenlerin köküne indikçe “kötü” denen şeyin
kalmayacağını da görüp anlamamız mümkündür. Kötü dediğimiz şeylerin bize
yansıyan tarafları olmasa ne kadar kötü olur? Bunu ancak bencilliğimizi yok
etmiş bir iradenin salanımı ve kararlılığıyla
sağlayabiliriz.
Kötülüğün fizyolojik,
psikolojik ve toplumsal akışlarını, baskılarını, kalıntılarını düşünmeden
sadece “ kötü” diyerek hiçbir zaman iyiliğe; iyiye ulaşamayacağımızı
düşünüyorum.
Düşünürün “Toplum
sinsidir” derken, toplumu oluşturan her insanın kendine özgü kuralları,
yasaları, alışkanlıkları ve kendine özgü örtülü geleneksel yapısı vardır. Çoğu
insan bunu gizler. Toplumun içerisinden ayrı güler insanlığa; yalnız kaldığında
veya sırdaş dedikleri arasında farklı bir yön ile kurnaz bir sinsilikle su
yüzüne çıkar. Tıpkı bir denizaltının usul usul hedefine yaklaşması gibi;
radarlarını, sonarlarını ve en sonunda o muhteşem SİNSİLİK silahını kullanır.
Peki, ama bu sinsilik
niye her zaman su yüzüne çıkmaz? Niçin bizi aldatır? Veya bizler niçin aldanma
ihtiyacı duyarız? Onanmaya, argo deyimle “gaza gelmeyi” sevmenin gaz pedalına
sonuna kadar asılmanın da bir sonucudur takla ve taklalar atmak.
Edebiyatın,
felsefenin derin yolculuğunda insan şu değerli yasayı öğreniyor. KENDİ KENDİNE
YETME, yasasını… Toplumsal oluşumuzun, cemiyet içine karışımızın derecesi, bizi
koruyacak edebi, felsefi, siyasi kalkanlarımızın sağlam ve sağlıklı oluşuyla
yakından ilgilidir.
Toplumdan ne
istediğimizi bilmek, ona gereğinden fazla yük yüklememekle yakın alakalıdır.
Tıpkı, bir aracın ne kadar yük taşıyacağını bilmek gibi… Tıpkı, ne zaman
gecenin başlayacağı ve şafağın sökeceği gibi…
Eskilerin, hani
birçoğumuzun cahil dediği insanların bir sözü vardır; “ Kara gün için!” insanın
kara gün için ayırdığı malı, mülkü, dayanağı varsa; kara kıştan da korkmayacağı
gibidir, yaşamın kendi kendine yeter oluşu; yetme irademiz…
Toplum sinsidir
sözüyle Alman düşünür Schopenhauer yüce bir uyarıda bulunuyor. Bu bir
nasihatten öte edebi bir sunuştur. Her kâşif, keşfini insanlığa bırakır.
Düşünürler de öyle…
Şimdilik Tekirdağ’ı
temsil eden tek yer olan sahilde poyraza karşı bu düşünceler içinde karla
karışık buzu çıtırdatarak yürüdüm. Düşün dünyasının seslenişleri bir tören
kıtası gibi birbir geçiyor göz önünden.
Mesela Tolstoy
sesleniyor Poyrazın güçlü esintisine rağmen; “ Bilinç denen şey, insana
bulaşabilecek en kötü hastalıktır.” İster istemez düşündürüyor insanı. Bilincin
hastalık seviyesinde olmasını algılayan büyük bir yazarın bu yangılıya düşüş
sebebi tam olarak nedir? Oysa çağların çok çok ötesinden antik dünyadan
seslenen bir başka düşünür Aristoletes bir başka şey söylüyor;
“ Yaşam devinim
içinde vardır.” Devinim yavaşlayınca yaşam sanatının nasıl da büyük sancılara
dönüştüğüne her an her yerde tanıklık ediyoruz.
Toplumun sinsiliği
korkutmuyor beni. Siyasetin bilim, edebiyatın oldukça koruyucu bir derinlik
olduğunu bilmek ve onlara doğru adım atmak neşelendiriyor, korkumu yok ediyor.
Biliyorum ki, toplumun insan zaafları oldukça fazla. Hatta biz ne kadar
sinsiysek toplum da o kadar sinsi, biz ne kadar aşikârsak toplum da o kadar
aşikârdır da.
Yaşamı alış veriş
olmaktan, tüccar zihniyetinden kurtarmaktan başka değildir çabamız. Bütün bu
düşün sancıları, yolculuğu sırf bu yüzdendir; ne kötü anlarda bile yaşamın
kökleri oldukça derindedir. Tam bitti derken, bir parça güneş, nem ve toprak
neler çıkartır ortaya. Hâlbuki aynı şeyler insanın içinde, öteden beri vardır;
başlangıçtan beri…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder