23 Ocak 2016 Cumartesi

GÜLE GÜLE MUSTAFA


İNTERNET'TEN





GÜLE GÜLE MUSTAFA

 Biliyorum; konuşma adabına “sayın” sıfatıyla başlamalıyım. Sayın Mustafa Koç, güle güle demeliyim. Bunu da düşündüm, başka seslenişleri de. En yakışanı, duygularımı en iyi ifade edeni, daha dün en yakın arkadaşımdan ayrılmışım hüznünü taşıyan seslenişi yaparak içsel bir huzura kavuştum.

 Koç Holdingin başına geçer geçmez, sevinmek ile üzülmek arasında bir şey yaşamıştım. Meğer benden habersiz aynı duyguları yaşayan bir sürü arkadaşım olmuş. Bunlardan birisi de İlyas Bey. Daha 24 yaşında bir genç için ne kadar ağır bir sorumluluk, diye düşünüp, ilerleyen zamanlarda o büyük holdingin yükünün o genç adamı nasıl çarçabuk ihtiyarlattığını sessiz ve derin bir üzüntü içinde izledim.

  Mustafa Koç ve Koç Holdingin herhangi bir üyesiyle yakın ilişkim hiç olmamıştı. Bazen hiç olmamışlıktır sevginin, saygının ana temeli. Daha ilk anlarda kurulur; bebek ile ananın, çocuk ile dayının, amcanın, teyzenin, halanın nasıl başlarsa öyle başlayan saygın ve karşılıksız bir ilişki…

 Mustafa Koça; Mustafa’ya yakın olmamı sağlayan neydi? Onun gülüşünde ki gizem mi? Tıpkı Leonardo Da Vinci’nin tüm dünyayı meşgul eden, her yıl milyonlarca insanı kendine çeken Mona Lisa’nın sır dolu gülüşü gibi…

 Bu gülüşte insanların tam olarak tanımlayamadığı bir şey var. Tebessümün acıya mı, yoksa sevince mi yakın olduğunu kimse bilemez. Mona Lisa’nın gizemli yüzünde bu derin ve eşsiz anlamlar gizli. Mustafa Koçun neredeyse tüm fotoğraflarında da bu anlam var; tebessüm, hüzün ile mutluluğun karışımı bir yerde bir başka duyguyu yoğurmuş.


  Leonarda küçük bir köyde dünyaya gelirken, Mustafa ise dev bir şehirde; şehirlerin şehrinde İstanbul’da ve aristokrat bir ailenin içinde büyüdü. Leonarda ise evlilik dışı bir çocuk; her daim kuytu köşelere, kendi iç dünyasına ait, ama tüm insanlığa üreten, iki büyük duyguyu her daim yüzünde, ruhunda taşımış bir deha…

 Bütün yoksulların tek düşü, büyük zengin olmaktır. Niçin? Dediğimizde, birçoğunun eşe, dosta büyük gurur gösterisi, çalım satma düşleri içinde olduğunu görürsünüz. Zenginlik her daim özenilir, masalların çerçevesi olurken, fakirlik ise yazgının insana insanlık yolunda bir testi kabul edilir.

 Mustafa Koç’un tam olarak çözülmemiş, anlaşılmamış tebessümüne baktığınızda zenginlik ile yoksulluğun iki tarafını; hüzün ile sevincin sanatsal gösterimini bulursunuz. Mavi bakışların doygun hali, belki insanlığın en çıplak, en natürel haline açtı; ihtiyaç duyuyordu. Kim bilir düşlerinde neler gizliydi; dünyayı dolaşmaktan öte, dünyanın en kuytu köşesinde yaşamak; bütün saygın, ticari, siyasi iltifatları nazikçe bir kenara bırakarak, insanın everenin derinlerinde aradığı şeyi aramak…

 Başlarda dışlanan Leonardo ilerleyen zaman içinde çok yönlü bir bilgin olduğu fark ediliyor. Sadece bir ressam değildi; ayın zamanda bir bilgin… Mustafa’nın seçeneği ise işadamı olmaktı. Daha baştan bu düşlerin içine çekilmişti. Koç Holdingin başına geçip, taze kan, taze güç katacak; yorgun olan Rahmi Koç, dünyayı daha rahat, daha huzur içinde gezecekti. Böyle de oldu; 24 yaşında bir adam, milyar dolar bütçeli Koç Holdingin başına geçti.

 Yoksul olmayı herkes taşıyabilir; yoksulluğun başlangıcını biliyorsa. Yetmezliği yeter hale getirmenin nice zanaatı vardır. Zengin olmak ise ayrı bir zorluktur. Gurur, güç her daim sizi aslanların bulunduğu kafesin içinde hapsedebilir. Başınızın hemen üzerinde sallanan, sadece sizin gördüğünüz giyotin her an başınızı kesebilir; tek yanlış hareketinizle; yok olabilir, yok edilebilirsiniz…

 Hayatı boyunca anatomiye önem veren Leonardo Da Vinci eşsiz tablosu Mona Lisa da Altın Oranını, matematiğin eski Mısırlılar, Yunanlılar zamanında mimaride kullanılan bütünün parçaları arasındaki estetiği, dengesini anlatan sanatsal düşünceyi kullandı.

 İşte, Cumhuriyetle doğup gelişmiş Koç Holding’in üçüncü kuşağı Mustafa Koç’un gülüşünde; mavi gözlerinin hüzün ile sevinç karışımı bakışında bu oran gizli. İnsana dair, yaratıcının eşsiz mucizevî tarafı; şefkat, sevgi gizli…

  Da Vinci, insan vücudunun evrenin işleyişinin analojisi olduğunu vurgular. Belki de Mona Lisa’da onu anlatmak istemişti.

 Mustafa Koç’da tam olarak kahkahaya dönüşmeyen, o sınırlı tebessümü; hüzün ile sevinç karışımı belki de zenginlik ile yoksulluğu anlatıyordu bizlere. Yeteri kadar çalışıp, bize sunulan bir yudum yaşamın tadını çıkartma sırrını mavi gülüşünde; biz insanlara, insanlık borcu olarak sunuyor olabilir mi?

 Güle güle Mustafa… Hoşça kal SAYIN MUSTAFA KOÇ…


 Güven Serin  



4 yorum:

Makbule Abalı dedi ki...

Bazı insanlar vardır. Hiç tanımadığınız sadece adını duyduğunuz bu insanın ölümü içinizi acıtır, bir yakınınızı kaybetmiş gibi üzülürsünüz.
Eminim cenaze töreni de büyük bir kalabalıkla yapılacaktır. Ardından yazılanlar ne güzel. Gezi olaylarındaki tavrı günlerce anılmıştı.
Sanata verdiği önem, vatansever tavrı, sporcu kimliği, mütevazı tavırları, ailesine bağlılığı daha çok konuşulacak.
Dedesi Vehbi Koç'un yaşam öyküsü de unutulmaz anılarla doluydu.
İyiler erken ölüyor.

GÜVEN SERİN dedi ki...


Çok teşekkürler ;algıları,peşin hükümleri değiştirme zamanı... Yaşamın her evresi güzelken, insanların her türlüsü gereklidir,mayalanma ve demlenmeler adına...

ASİ VE MAVİ dedi ki...

Kapitalist sistemde, iş adamlarının sorumlulukları, değerleri, ilkeleri, duruşları, yasalar kadar anlamlıdır… Dış kabuğumuz ve kendimize sakladıklarımız. Okuyunca yazını aklıma ilk Mustafa Koç bu dünyadan geçerken bizim gördüklerimizin dışında yani zenginliğin o bildiğimiz tanımları dışında ne kadar mutlu ve mesut yaşadı.
Bunu hiç bir zaman bilemeyiz lakin anlattığın o cümleler varya '' 24 yaşında omuzlarına yüklenen mülkler'' hangi insanı yormaz ki !
Sahi, zenginlik sadece para mı yada fakirlik,yoksulluk sadece parasızlık mıydı, bende kendimi bu sorgulamaların içinde buldum.
Ne olursa olsun, yaşadığı topluma değer ve anlam katan insanların gidişleri derin hüzünler bırakır geride. Bende kaç gündür, baktığım resimlerde onun hep mavi gözlerine ve dudak kıvrımlarına baktım. ne kadar hüzün var bu gözlerde veya ne kadar gülüş birakmış dudakların gölgesine..Taabi bu benim hissiyatım. Gerçek olan bir şey var, insan yaşını ve yaşamı ağır sorumluluklarla, fazladan biçilen ömür kumaşlaryla bir yerde sökülüyor ve dikiş tutmuyor. Muhakkak sağlığıyla ilgili sinyaller ona daha önce geldi ama hayatı hep üst sınırlarda yaşayanlar,yaşamı küçücük ayrıntılarda kaybediyorlar.
Ne olursa olsun, tanımadığımız bir insan için kalbimiz acımışsa, ne mutlu ona evrene sevgisini yaymış,ruhlarımıza üflemiş..
Ve sen öyle güzel ruhunu işlemişsin ki öyle güzel tanımlamışsın ki teşekkür ederim insana kattığın değere, saygıya..

Olcay Kasımoğlu

GÜVEN SERİN dedi ki...


Teşekkür ederim sevgili Olcay. Yaşama, bunca insan arasından, sıyrılıp ayrı tat veren insanlar,yazın dünyasının ruhuna süzülen en değerli katkılardır diye düşünüyorum.