Kamera; Güven Ganos Diyarı...
Kamera; Güven Ganoslardan Marmara'ya
doğa hikayelerine bakış...
Kamera; Güven Ganoslar
Yunus Usta ve Erdem;her sosyal hayata,her yaşam
evine lazım olan arkadaşlardan..
Kamera; Güven Ganoslar
Ardıç Ağacı;ardın ağacı, ardıç kuşu,önünüzde eğiliyorum...
Kamera; Güven Ganoslar
Dinlence,gönüllü yorgunluğa iyi gelir;doymadığınız
kokular,insan ile doğa arasındaki sentez;size,
bir şey fısıldar...
Kamera; Güven Ganoslar;tepeden tepeye tırmanış...
Kamera; Güven Ganoslar
Döngü sadece seyirlik değildir;anlamak,kendimize
giden dehlizlere korkmadan girmek...
Kamera, Güven Kamptan kalan taze çayın
yol ve deniz keyfi;yakışır size çocuklar...
Kamera; Erdem
Sürüsünün başında özgürce duran Özgür. tatil nedeniyle
okul yok. O da babasını dinlendirmiş;sürüsünün başında
dimdik ve inanmış doğanın içselliğiyle beslenmeye..
GİTMEK KALDI YİNE BİZE
Makalemin başlığını
üçüncü kitabını çıkartan şair Öksel Demir’in Tanığı Hüzündür Sonbaharın isimli eseri,
o çalışmaya dâhil olan, Hora Feneri şiiri esin kaynağı olmuştur.
Hora Feneri ozanın o
kadar içine işlemiş ve onunla öyle bir özdeşmiş ki “dostum” diyecek kadar
samimi haykırışını, eserinin tanıtım bölümüne düşmüştür.
Hora Tekirdağ ile
Şarköy arasında, Hoşköy sınırları içinde 154. yaşına giren deniz feneridir.
Deniz fenerlerinin hikâyeleri insanla başlar; insanla devam eder. Hep aynı
ailenin beklediği bu fener; kim bilir neler anlatır bir dokunsak…
Denizciler için
oldukça büyük öneme sahipti; teknolojinin insan eliyle insana ait gelişimleri
kaydetmediği zamanlar. Yine de ışığını çakmaya, puslu, zorlu gecelerde deniz
ile kara arasında yol göstermeye, yolcu etmeye devam ediyor…
Ozanın söylediği gibi
“ bir hüznün simgesi ve yalnızlığı dokur.”
Hüzün, yalnızlık
insana özgü, insanın kendi ruh âlemi, sosyal gelişimi, tercihleri, zorlu
dehlizler ile başa edebilme ile edememe arasındaki o muazzam dengenin
kendisinde gizlidir. Kişinin ruhsal dengesi, geri bildirimleri sağlıklıysa;
yaşam yolculuğunda bitmek tükenmek bilmeyen öğretilerin peşinde hem akıl, hem
de sevgiyle koşuyorsa; yalnızlık, her daim onarım, üretim için kısa süreliğine
olur. Çünkü insanın insana muhtaçlığı kaçınılmaz bir mecburiyet içindedir.
Böyle bir yolculuk
içinde Hora Fenerine karşıdan bakan Ganos Dağlarının tepelerine yolculuk
yaptık. Bildik dostlarım; Yunus Usta ve Erdem… Gezi gurubumuzun küçüklüğü,
hızlı karar alma ve ekstrem yürüyüşlerde çok etkili oluyor. Görüp de
çıkmadığımız o kadar çok yamaç, tepe var ki; ancak yüksek heyecan, merak ve
kararlılık içindeyseniz bu bilinmez vadilerin, uçurumların kenarında dolaşır;
adaçayı, katırtırnağı aromalarıyla sarhoş olup da, yaşamın iksiri olarak kabul
eylersiniz…
Ganos Dağlarının
üzerinde gün yeni ışıldıyordu. Günden denize uzanan ışık eli; sevgililerin eli
gibi gül, adaçayı, ıhlamur, kekik, karanfil kokuyordu. Bahar, uyanışın ferah
kokularıyla şenlik yapıldığını anlatıyordu. Şenliğin böcekleri, kuşları çoktan
kendi işlerine koyulmuş; yuvalar kurulmuş; bebekler için yumurtalar
ısıtılmakta; özenle korunmaktalar.
Yunus Usta’nın
gözleri güne merhaba diyen güneşin gözleri gibiydi. Üretmeyi öğrenmişti; belki
de doğar doğmaz; var oluş için, tüketmekten çok üretmenin sularıyla Yeniköy’ün
taş mekanları arasında mimariye, zarafete, çıraklığa, ustalığa adanmıştır.
Erdem, gezinin
hakkını, dağlara aşkın karşılığını her daim vermeye hazır bir nüktedanlıkla
gezinin vazgeçilmez katılımcılarındandır. Doğanın evcilleştirilemezliği, paraya
itibar etmeyişi, takdire muhtaç olmayışı; o kadar cazip, öyle çekicidir ki;
içinizde ki bütün sevgi kanalları ağır ağır açılmaya başlar.
Yeniköy; günle birlikte
uyanıyor. Bu uyanış köy uyanışı olmaktan çoktan çıkmış. Turizmi, kurtarıcı
insanları köhne evleriyle; zamanın içinden çıkıp gelen yaşlı bir bilge
duruşuyla bekliyor. Uçmakdere biraz daha insan sesleri, kokularıyla uyanmış.
Kahveci İbrahim çayını çoktan yapmış. Her zaman ki gibi; günün kahvaltısı
vadinin içinde gizli, esik bir Rum Köyü olan Uçmakdere de yapıldı.
Bölgeye katkı verecek
en önemli şey turizm ve kaybettiğimiz, yok ettiğimiz bağ-bahçecilik olacaktır. Burası
Likya Yolu kadar önemli; Şirince kadar, Ürgüp kadar turizmin gözbebeği olacak;
kendine has özellikleri olan güvenli, huzurlu, sıra dışı bir yerdir.
Bu sıra dışılık
içinde Platon Derenin içinden güneybatı yamaçlara tırmanışa geçtik. Doğa
güzellik için yarışıyor. Katırtırnakları sarı rengi kutsamışçasına neredeyse
her yere taht kurmuş, sarının ve sabaha yakışan sabunsu kokularıyla
adaçaylarına destek veriyor. Öyle bir koku ki, tırmandıkça denizden gelen hafif
esintiyle mayalandı ve gök kubbenin şahitlik yaptığı yeryüzüne yayıldı.
Bu yamaçlara,
adaçayı, katırtırnağı, çınarlar, bağlar yakışıyor. Çünkü bu bitkiler, meyveler
buranın evladı olmuş çoktan…
Bastığımız her karış,
yepyeni bir dünya gibi heyecanlandırdı bizi. Adaçayı, katırtırnağı, ardıç,
çınar, çok eskiden kalma ve oldukça sağlam patika, dokunduğunda yeraltının
serinliğini yerüstüne akıtan ve hiç durmadan akan çeşme ozanın dostu olan Hora
feneri gibi dostça kendi varlıklarını belli ettiler.
Doğaya bir parça ilgi
gösterildiğinde hiçbir şeyin fazla ve gereksiz olmadığını görüyor insan. Bir
ağacın gölgesi kadar Ardın Ağacının gür çalılığı gereklidir; Erozyon için,
kuşları, tavşanları, böcekleri kuzey rüzgârından korumak için…
Ganos Tepelerine
tırmanmak gönüllü bir yorgunluktur. Gelinciklere, papatyalara, adaçayları, ardıçlara
karşı dinlenmek; sağ tarafında Hora Fenerine bakarak; önümüzde Marmara Denizini
bir derya, bir ışık gösterisi içinde izlerken şairimiz Öksel Demir’in Hora
Fenerini okumak; beslenme molasında bir yudum çay, sohbet kadar coşku
vericiydi;
Gitmek kaldı yine bize/bir denizi, bir denize taşımak/ bir
kenti bir kente… / gün yangını vurdu teknemize/ yağmur altında bütün sonbahar
rıhtımları…/ gitmek kaldı yine bize/ serin, esmer sulara düşmek…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder