Gelibolu Hatıralarından;ölmemiş olanlarından.
Lütfen, hatıralarınızı kırmadan depolayın;
nazikçe ara sıra hal ve hatırlarını sorun...
TEKRAR ÖTECEK BÜLBÜLLER
Tabiatın dengeleri
her yöreye dağıttığı seçenekleri insanoğlunun daha bir insan olması için yüce
bir fırsattır. Büyük yaratıcının tabiat eliyle dağıttığı dağlar, vadiler,
tepeler, ovalar, dereler, ırmaklar, denizler; bütün bunlara ilave, çiçekler,
böcekler, doğanın biricik dengesine uyumlu hayvanlar, büyük görkemin birer
parçasıdırlar.
Tolstoy bize
bıraktığı edebi mirasa ek şu seslenişi yapıyor;
“ Silah seslerinden
susan bülbüller tekrar şakımaya başladı; önce yakınlarda bir tane öttü, sonra
da uzaklarda diğerleri.”
Gelibolu Savaşında
da bülbüllerin önemi büyüktü. Genç Anzak askerleri, bilmedikleri, ait
olmadıkları diyarda, yaşam gerçeği kadar ölümü görüyorlardı. Öldürmek için icat
edilen silahlar sustuğu zaman Gelibolu bülbülleri ötmeye başlıyordu. Özellikle
şafak vakti; bülbüllerin en sevdiği o gizemli saat…
Gelibolu Savaşından
geriye çok şey kaldı. İnanmış insanın et ve kemikten ve kandan çok öte bir şey
olduğu. Alman disiplini, teknolojisinin yanında kurnaz siyasetin yetmezlik
içinde sallanan Osmanlı İmparatorluğunu Beylik döneminden daha önemsiz ve
çaresiz duruma soktuğu da…
Gelibolu Savaşı,
savaştan geriye kalan zamanlar sadece bülbülleri ortaya çıkartmamıştır. Beyaz
çiçekli laden ile biberiye de sembolleşmiştir. Uzak memleketlerden bize ait
vatan toprağına gelen bu insanlar kendi vatan özlemlerini; anne, baba, sevgili, eş, çocuk hasretlerini
yine tabiatın zenginlikleri olan Gelibolu bülbülle rinde, biberiyede, beyaz
laden de bulmaya çalışmışlardır.
Tabiatın muazzam
dengesi yaşam ve yaşatmak üzerine programlanmış. Bunu anlamamak büyük ahmaklık
olmalı! Büyük gürültüler; patlamalar, silah sesleri veya insan eliyle ortaya
çıkan her türlü düzensiz haykırış susmaya görsün; bülbüller; Tolstoy’un dediği
gibi ilk önce yakında ve sonra tepelerde, daha ötedekiler ötmeye başlar. Çok
yakınınızdaki ıhlamur ağacının, iğdenin, güllerin, akasyaların, hatta hiçbir
kokusu yok gibi görünen ılgın ağaçlarının bile ibret sel ve zarif bir görüntü
içinde bulunduklarını görürüz.
Tabiatın muhteşem
düzeni, eşsiz ahengi insan olmayınca büsbütün sessizliğe bürünür. Bütün
kavramları; şiiri, mitolojiyi, hikâyeyi; anlam ve anlamsızlığı insan belirler.
İnsan dokunduğu için bülbüller daha bir başka öter. Kimi gamlı, kimi coşkulu…
İnsan dokunduğu için
Gelibolu’nun beyaz çiçekli ladeni savaş zamanı ile güçlü bir bağ kurulur.
Gelibolu anısına bastırılan küçük tanıtım kitapçığında beyaz ladenin Gelibolu
Savaşına katılan Anzak askerleri tarafından çok sevildiği; o kadar ki bazıları
bu çiçeğin tohumlarını alıp Avustralya’ya getirmişler. Bir zaman sonra, bizim
diyarımızdan çok ötede Gelibolu Gülü diye anılır olmuş…
Tıpkı biberiye gibi;
o da eski bir anma sembolüdür. Hafızayı güçlendirdiğine inanıldığı gibi antik
edebiyatta ve folklorda sadakat ve anma simgesi olmuştur. Biberiye dalları
Anzak kutlamaları başlayınca; savaş zamanının kayıplarını anmak için takılıyor.
Silahlar susmaya
görsün dostlar; önce bülbüller ötmeye başlar. Sonra şairler dizelerini
gizledikleri derin yerlerden gün yüzüne çıkartır. En yakınımızdaki kumru
ürkekliğinden vazgeçer. Kargaların sadece leşçil olmadığı aynı zamanda otçul
birer kuzu görünümünde; yaşamın her anını, her fırsatını muazzam bir içgüdü,
zekâ ile değerlendirdiklerini görürüz.
Tekirdağ şehrimin
sessizliğe gömülmüş insanını, şehrin tüm zamanlarına, meydanlarına, sahiline
çıkartacak bilge ve bilgili insanların icatlarını merak ediyorum. İçinde tüm
bilimleri barındıran bu icatlar; sanki şehir meydanlarını, sahilini,
plajlarını, denizini, dağlarını, yaylalarını unutmuş bir halkın tekrar; silah
seslerinden sonra susan bülbüller gibi yaşamın her anına koşmaları,
gülümsemeleri ne güzel olur…
İnanıyorum, tekrar
ötecek bülbüller. Şehrimizin meydanlarını süsleyen çiçeklerin, ağaçların
isimleri merak edilip, bu merakı giderecek duyarlı yöneticilerimiz de olacak.
Olmalı da…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder