Kamera; Güven - Tekirdağ
ULAN TEKİRDAĞ
Meteorolojiye
bakılırsa Tekirdağ’da sağanak yağış olacak. Kim bilir hangi Tekirdağ belgesini
ıslatacak! Her zaman gezindiğim yerdeyim; sahilde… Çınarlar insanı şaşırtacak
derecek çıplaklığı sergilemek için, temizlik işçilerine inat yapraklarını
çıkartıp atıyorlar. Ilgın ağaçları güzelim kostümlerini sarıya çevirmişler. Çamlar;
kuşların sığınma, insan denen canlının kış zamanı, yeşile açlığını giderme
adına; yem yeşiller…
Dostum taksici her
zaman aynı yerde; yine bir parça bilgi, öğreti adına gazetesinin içinde
kaybolmuş. Bu kayboluş, etraftan el ayak çekme değildir. Bir taraftan da
gidenleri, gelenleri esnaf ciddiyetiyle takip ediyor. Otuz yıldır
selamlaşıyoruz; aynı saygınlık, aynı gülümseme içinde…
Belediye Halk
Otobüsü tam gaz sahil geçişi yaparken egzozu öyle bir ses çıkarttı ki,
yukarıda, viran, kimsesiz çay bahçesinin üstünde yaşayan köpeklerden en yaşlı
olanı; “ne oluyor, kıyamet mi kopuyor” dercesine, yaşlı sesiyle havladı durdu.
Durmayan otobüs şoförü, belli ki patlama, çatlama ve kara duman; ona hiçbir şey
anlatmıyor. Görünen o ki, halk otobüsleri ve şoförleri çok çabuk yoruldu.
Titreyen, patlayan araç gürültülerinden anlaşılıyor. Tam olarak kurumlaşma
hizmeti geliştiremedikleri için, büyük koşuları onları oldukça yormuşa benziyor…
Güya Tekirdağ’da ki
hava sıcaklığı 10 derece olacak günlerden birisini yaşıyorum! Öyle değil tabi;
güneş, ufkun üzerinde yükseleli çok olmuş. Denize vuran şavkı şehrimi 10
derecenin çok üstüne çıkartmış. Denizin duruluğu kadar griliği, parlaklığı da tabiatın
asil marifetini anlatıyor…
Şair Attila İlhan’ın
İstanbul Ağrısı şiirini anımsamaya çalışıyorum;
Ulan İstanbul sen misin/Senin ellerin mi bu eller/Ulan bu
gemiler senin gemilerin mi?
Sana taptık ulan/Unuttun mu/Sana taptık
Şair böyle sevdi İstanbul’u.
Benim sevgim da az değil ama! Bir gün, bu şehrin özgür üniversitesi, o
üniversitenin genç araştırmacı öğrencisi yerel basına göz gezdirecek ve bu
geziş esnasında kendi keşfini yapacak; o zaman, Tekirdağ sevgimin, içselliği,
gizemi, çaresizlikten çareler üretme marifetleriyle yüzü gülecek…
Kim bilir kaç kez “
Ulan Tekirdağ, sevdim seni, sana muhtacım, bu kirli çocuk yüzün, fark edilmeyen
denizin, dağların, coğrafi konumun; ulan yine başımı döndürdü, yine çılgına
çevirdi beni” fısıltılarıyla yürüdüm bu şehrin kordon boyunda, yıkılan,
yıkılmakta olan cumbalı ahşap evlerinin iç sızlatan sokaklarında…
İki erkek öğrenci,
biri diğerine yakınındaki köpeği anlatıyor; “ bu köpek var ya, buraları
avucunun içi gibi biliyor.”
Çocuğun düşüncesine
saygıyla katılıyorum. Köpeklerin en sağlam yanlarından birisi de, çevrelerini
tanımaları. Koku alma duyuları, bellekleri insandan ötedir. Çocuğun köpek için
kullandığı deyimi “avucunun içi gibi bilmek” sözcüklerini ısrarla düşünüyorum.
Avucumuzu bile bilmediğimizi biliyor muyuz acaba. Kaçımız, çocuğumuzun,
kızımızın odasını, o odada hangi eşyaların, hangi resim, fotoğrafların asılı
olduğunu; oda rengini biliyoruz? Kaçımız, her gün geçtiği sokağı, orada yaşayan
diğer canlıları, ağaçları, kuşları gözleye biliyoruz.
Bu sorgulama içinde,
her gün nesnelere dokunduğum, klavyenin tuşlarına basmama yardımcı olan
ellerime, avuçlarımıza biraz daha dikkatli baktım. Ben, en yakınımda duran
avuçlarımın içini, içinde bulunan çizgilerin uzantılarını, nerede başlayıp
nerede bittiklerini bilmediğimi gördüm. Mazeretimiz ne ola ki? Büyük koşu mu?
Yaşam telaşı mı? Hiç sanmam!
Avucumu pusulanın
duruşu içinde gözlerimin önüne getirdim. Kuzey, Güney, Doğu, Batı diye
bölümlere ayırdım. Bu ayrımı yaparken, Karayel, şehrimin güneşli pırıltısı
içinde esmeye devam ettiği için, rüzgârları, yönlerini de avucumun içine
koydum.
Avuç yukarısına
dikine çıkan iki büyük çizgi, yukarıda kuzey yönünde buluşuyorlar. O buluşma
yönünden Yıldız esiyor. Orta bölümden, kuzeye çıkan çizginin sağ ayağından
aşağıya, güneye, kıble yönüne kalın bir çizgi iniyor. Avucumun güneybatı yönüne,
yani lodosun estiği tarafa da kalıncı bir çizgi, kuzeye doğru çıkan çizginin
sol ayağı yerleşmiş. Doğu tarafına paralel bir çizgi, ufuk çizgisi gibi
ilerliyor. Gün doğusuna, keşişlemeye, poyraza, yani güneydoğu, doğu, kuzey doğu
yönüne ilerleyen onlarca küçük çizgi, kimi uzun kimi kısa…
Ulan Tekirdağ, kirli
çocuk yüzün, poyrazın, karayelin, lodosun, hiç durmadan kirletilen denizin;
seni anlamaktan uzak şehir insanın, sana sırtını dönse de, sen yine de
sevilmeye, önünde eğilmeye, sonsuza uzanan şükranları sunulmaya layıksın ulan…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder