Kamera; Güven Akdeniz
Kamera; Güven Akdeniz
Kamera; Aspendos Tiyatrosu
Kamera; Güven Aspendos Civarı
Tepeye öyle viran, öyle güzel kurulmuş ki, benim sarayım,benim
viranem dedim...
AKDENİZ
Işık, suyun olduğu
her yerde büyük gösteri yapar. Renklerin gösterisi; maviden yeşile, yeşilden
griye; yüzeyden derine inebildiği yere kadar… Suyun olduğu her yerde yaşamın
büyük hareketleri de vardır.
Akdeniz, sayısız
uygarlığa ev sahipliği yapmış. Sayısız savaşları, kaybedişleri dağlara
kaçışları, mağaralara saklanışları; zaferleri kazanan komutanların zafer
kapılarından geçişlerine tanıklık etmiştir. Karain Mağarası, insanın, insanlığa
yürüme yolunda, muhteşem coğrafyanın gizli ve gizemli yerlerine tutunduğu
anların izleriyle doludur.
Aspendos Tiyatrosu
büyük alkışları bugün dahi duymanın yüksek heyecanıyla yaslandığı tepeye, tepe
kadar güçlü görünmenin onuruyla 1700 yıllık türküsünü söylüyor. Bir şeyi eksik
olarak; yapılan tamiratlar gülünç diyecek kadar gülünç…
Karaalioğlu Parkı
falezlerin Kaleiçi’ne sarmaştığı yerde; çam ve palmiyelerin gölgeleriyle
bakıyor Akdeniz’e. Her anın ışığı, kırılmaları ve dalgalanmaları farklı olarak…
Çitlembik ağacı karada mı, boşlukta mı bilinmez; salıncağın üzerine oturmuş
çocuk gibi; kara ile deniz arasındaki boşluğun en ince çizgisinde; insan ile
hayvan arasındaki çizgi gibi; çok hassas, çok zarif ve manalı duruşuyla…
Toroslar; Musa Dağı,
Olimpos, Tahtalı kayaların, ağaçların, patikaların ve görkemli yaşam
gerçeklerinin mitolojiyle karışımını çoktan sineye çekmiş; turizmi, her
milletten, her inançtan insanları doğanın bin bir aşkıyla, bin bir renkleri ve
sesleriyle ağırlıyor.
Soğuk bira ve zarif
bir an; gülümseyen genç kız, zaman ve mekanı yerle bir ediyor; uçsuz bucaksız
Akdeniz; uzanıyor, bedenine süzülmüş dağlara; içlerine kadar sokuluyor, yumuşak
kayaları yontarak heykeltıraşın sabrıyla…
Çocuk taze çocuksu
elini açıyor. Bir ağacın miskete benzeyen yeşil tohumlarını falezlerin
kenarındaki çay bahçesinin kenarından uçurumdan aşağı Akdeniz’e doğru
fırlatıyor. Yerçekiminin güzel sörfü; önce yukarı çıkıyor küçük yeşil tohum
sonra, paraşüt gibi aşağı; denizin içinde yüz yıllardır duran kayaların yanına
düşüyor.
Çocuk, gülümsüyor;
içten, sevgi dolu. Avucunu bana uzatıyor. Avucu yeniden topladığı ağacın
tohumlarıyla dolu! Küçük, ak el; yeşilliğin tohumlarıyla bana uzanıyor. Böylece
tohumlar paylaşılıyor; bizler de çocuk oluyoruz; onla birlikte, onun gibi
gülümsüyoruz…
Bir yudum bira, bir
yudum sucuklu yumurta ve karşımda gülümseyen çocuk yüz; insandan öte; insan ile
hayvan arasındaki en ince çizginin sanata adanmış şiirsel gösterisini yapıyor;
sevgi dolu ve yaşama adanmışlığın içinde.
Çocuğa bakıyorum.
Bende gülümsüyorum özenerek çocuğa. Bir gün önce Akdeniz’in büyük sınamasını
anımsayarak… Tekne yolculuğu güzel başlamıştı. Dağlara paralel ilerlemiştik
müziğin eşliğinde. Akdeniz’in mavi, yeşil, gri sularında arınma töreni ve hoş
geldin serinliği yaşamıştık.
Akdeniz’in dağları,
antik kentleri, yaylaları, portakal, limon, muz bahçeleri ne kadar bolsa,
korkuları, değişkenliği ve büyük sınaması da o kadar boldur. Durgun bir göl
görünümünde olan Akdeniz dönüş yolculuğunda görkemli bir okyanus coşkusuna
dönüştü. Sanki Posidon, denizlerin Tanrısı haniden öfkelenmiş; kaptanı,
yardımcısını şaşkına çevirmişti. Miço, kendi saflığı içinde tekneyi baştanbaşa
dolaşıyor; hiçbir şey yokmuşçasına “biz ne fırtınalar gördük, bunlar çerez”
diyerek, tecrübe gösterisi yapıyordu.
İlerleyen zaman
gösterdi ki, Akdeniz büyük sınama içindeydi; deniz Tanrısı Posidon depremleri
tetiklemiş, deniz görkemli bir kabarma yaşıyordu. Etrafa savrulan sandalyeler,
koltuklar ve çatırdayan tekne turistlere,
yakınımda oturan zarif kadın, Kanun ve Adalet Tanrıçası Themis gibi
huzur içinde, bütün korkusunu bastırmış Akdeniz’in derinliklerine, gök ile
denizin birleştiği ufuk çizgisine bakıyor.
Sanki Posidon bütün
atlarını salmış, İskender büyük ordularıyla şehre saldırıyordu; yaşam savaşı,
büyük koşuşturma, beyazlayan yüzler, bulanan mideler ve insanı ölüm ile yaşam
sınamasına davet eden Akdeniz…
Tekne çatırdaya
çatırdaya, yan yata yata önce Akdeniz’in açıklarına, sonra tekrar limana dümen
kırdı. Korku Tanrıçası Phobos sırıtıyor. Neşe Tanrısı Risus sükûnet içinde
“daha ölmeyeceksiniz, yaşamalı ve anlam katmalısınız gezegene” der gibi
gülümsüyordu.
Antalya limanına
yaklaşan, tek tekne bizimkisiydi. Diğerleri hava raporlarını önemsemiş aklın
yolu bir deyip denize açılmamıştı. Bir bizim tekne, kahramanlık gösterisi
yapmıştı, 17 yolcu ve 3 mürettebat, milat oluşturacak sınanma içinde kendi
eserimize büyük çentikler attık. Limanda bekleyen denizciler, oraya gelmiş
turistler en az bizim kadar korku içinde limana giren teknemizin zavallı haline
acı ve korkunun selamını verdiler.
Teşekkürler Akdeniz…
Minnet ile Adaletin ve Kanunların Tanrıçası Themis…
Güven Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder