Kamera ; Güven Tekirdağ
Yaşam,bazen dokunduğumuz, bazen tutunduğumuz ve bazen
kokladığımız yerde hissedilen şey...
HELGA ÖLDÜ
Sarı, yeşil ve
mavinin karışımı tüyleriyle birlikte Helga Doğa Irmak ile Özgün’ün beslediği
muhabbet kuşunun ismiydi. Yaklaşık 14 yıllık ömrünün neredeyse tamamını bir
kafesin içinde; bana göre esaret, çocuklara göre; “ onlar zaten kafes içinde
doğuyorlar, özgürlüğü bilmiyorlar; doğaya salsak yaşayamazlar.” İradesine
inanmışlığın sahiplenişi ile besledik, büyüttük ve aileden biri gibi gördük.
İnsanı farklı kılan
en hakiki gerçeklerden birisi de; alışmak, sevmek, benimsemek duygularının
duygusal yeşermeleridir. Biz de Helga’ya öyle alışmıştık. Özellikle Doğa Irmak
ve Özgün çocukların hayvanlara muhtaçlığını anlatır vaziyette; bir hayvan
sevgisini, apartman hayatı içinde yüceltmekle meşguldüler.
Artık Helga yok!
Yaklaşık 5 Bin gün ve gece bizimle birlikte çığlık atan, sessizliğin keyfini
süren, kendine has mahcubiyetini, vahşiliğini elden hiç bırakmayan; sanki beni
ne kadar hoş tutarsanız tutun, ben bu kafese ait değilim, demiş bir hanım
efendiydi Helga…
Evde yalnız
bulunduğum bir zamanda, çocukların babaanne ziyareti gerçekleştirdikleri günün
gecesi Helga artık ona ait olmayan dünyaya veda etti. Çok sevdiği, sıkça kaçıp
içine gidip dinlendiği loş yuvasında; küçük bedeniyle, hiç yaşamamış gibi
öylesine, kanatlarını açıp, belki de son bir uçuş hayaliyle çekip gitmiş, ona
can veren enerji.
Öylesine dokundum
bedenine, sanki canı geri gelecek diye. Tıpkı babamın morgdan alındıktan sonra
soğuk bedenine, sıcak bir his, bir can, dirilik duymak için yaklaştığım an gibi
yaklaştım ve dokundum. Küçük bedenin zarif tüyleri henüz ölümü anlatmıyordu.
Ölümü anlatan en hakiki görüntü, gözlerindeydi; içe kaçmış, yokluğun içinde yok
olmuşlar gibi, karanlığa, hiçliğe teslim olmuşlardı.
Ressamın
seslendirdiği gibi, “ölüm mü, ne büyük buluş!” Ruhunuzun ait olduğu beden acı
çekiyorsa, yaşlılığın yükünü taşımaktan dolayı büyük yorgunluk, bıkkınlık
içindeyse, ölümü hatırlar; hiç kimsenin hatırlamak istemediği, her ölümün
arkasından kendimizi şanslı görüp, hiç ölmeyecekmişiz gibi bıyık altından
sırıtışımızı, göstermelik hüznümüzü, bizi kandıran bu büyük doğa olayını hep
merak ettim; bu döngün, bu devir daimin bu kadar sınırlı olmasına rağmen, ölüm
ve öldürme çığlıklarıyla, savaş boyaları sürüp, elimizden düşürmediğimiz
baltalar; niye; niçin?
Helga öldü, 5 bin gün
ve gece evren için çok komik bir matematik; Helga içinse çok büyük bir yaşamdı;
kafesin içinde, suyu ve yemi hazır önünde olsa bile; Helga öldü…
4 yorum:
Aynı acıyı biz de yaşadık.Birkaç yıl oldu. Evin içinden bir ses, bir nefes eksiliyor. İki haftalığına bir akrabamıza bırakmak zorunda kalmıştık. Biz ayrıldıktan bir hafta sonra hastalanıp, ertesi gün kafesinde ölü bulunmuş.
Yeni aldığımız, başka bir kafesteki muhabbet kuşumuz da ondan 3 gün sonra ölmüş.
Kuşlar gerçekten çok hassas canlılar.Sevmeyi de, küsmeyi de iyi biliyorlar.Kuşların ölümünden sonra insan hemen yeni bir kuş da alamıyor.
Merhaba Makbule Hanım. Gerçekten de insan çok yakın bir arkadaşı göç etmiş gibi hissediyor...
Ne kuş ne helga ne doğa... Sevgili Güven, doğal karşılama çabalarına rağmen yüreğindeki çığlığı duydum ben.. isyanı.. Sen, normal kabul edilen anormalliklerin seni sürüklediği o isyandan dönerken karşılaştım seninle.. Ve inan bana, ister Helga kuş, ister can verdiğin evlat.. Sevenin feryadı hep aynı perdeden yükselir peşlerinden.
Ve ne az insan duyar!
Teşekkür ederim Gülsen öğretmenim;bizler çığlıklar ile sükuneti aynı terazide görüp tutmanın yüksek adanmışlığı ile yürüyeceğiz; bazen dizelerin, bazen makalelerin, hikayelerin ruh ile bedene bürünmüş hallerinde.
Yorum Gönder