Kamera; Güven
Bütün anneler güzeldir, zariftir, naziktir...Anneler,
ağıtlarla değil,şakalarla, sohbetlerle, sevgilerle
kucaklanmalı...
ANNE SOHBETİ
Döngünün yol alış
biçimi vardır; bizden çok öte. Bizden önce dünyaya gelir ninelerimiz ve
dedelerimiz. Ve sonra, annemiz ile babamız… Büyük bir ihtimalle, döngünün sıra
dışı şaşkınlığı olmaz ise, bizden de önce giderler bu dünyadan öte…
Önce, dedemiz veya
ninemizi uğurlarız. Onların yokluğunu, yoğun olan yaşam kargaşasında anlamayız
ilk başları. Sonra, azalan tanıdık yüzlerin, kaybolan değerlerin yaşam
terazisinde tartılmaya başladıkça, yüreğimizde bir şeyler fokurdamaya başlar.
Dışarısının ateşinden çok ötedir hissettiğimiz hiçliğin ateşi.
Annem ile sıradan
telefon konuşmasını yapmak için tuşların aziz gücü için üzerilerine dokundum.
Sesi, bir saniyede diğer sese getiren bedenlerin hasretini sesin onurlu
dalgalarıyla serinleten telefona sarılmak, zaman ve mekân yetmezliği içinde iyi
oluyor. Buna, kötünün iyisi desek de olur…
Bütün gün iş yeri ve
klimanın serinliğinde ama pasajın yorgun havasında, yarı yorgun halim ile
seslendim anneme;
Alo anne nasılsın?
İyiyim oğlum. Sesin biraz tuhaf geliyor, hasta mısın? Değilim anne; cin
gibiyim. Bu lafı söyler söylemez ses tonumu, soğuk duştan çıkmış adam sesine
ayarladım. Anne bu; azcık şüphelensin uyku tutmaz sonra. Geceler, meraklara,
kötü düşlere dönüşür… Burnu seğirtince, gözü atınca, kötü bir rüya görünce
olduğu gibi…
Annemi hasta
olmadığıma ikna ettikten sonra, onun da ses tonunun tatmin edici olmadığını
hissettim. Şimdi, onun durgunluğunu öğrenme sırası bendeydi;
Anne, anneannem
nasıl, dolaşıyor musun? Daha yeni geldim oğlum. Kendi kendine yetiyor. Üstelik
oruç ta tutuyor. Yapma anne! Onun yaşı doksanı geçmedi mi? Doksan altı oldu
oğlum… Büyük yaş; neredeyse bir yüzyıl… Tıbbı yerle bir edecek derece ağır,
stresli yaşamlara rağmen yaşam, doksan altı yaşında da görüyor, duyuyor ve
yürüyor…
Nam-ı diğer Ayşe
Nine… Neredeyse sınanmanın her türlüsünü yaşamış; bunu yaşamın en doğal hakkı
saymış, isyanı ve acıyı, rehber ve tecrübe gibi kullanmış büyük çınar… Koku
alma ustası… Korku nedir bilmeyen kararlı inanmış kadın…
Annem ile sıkıntılı merhabadan
sonra, sıradan ve kısa konuşmak yerine, onun iç dünyasına ulaşma ve üzerindeki
kırgınlığı öğrenme telaşımı, doğal bir konuşma saflığı içinde yönlendirdim;
Sıcaklara dikkat et
anne! Bahçeye çok sıcak zamanlarda sakın çıkma! Komşulardan, akrabalardan ne
haber anne? Salih Küçük öldü oğlum. Hadi ya! Genç ve sağlıklı değil miydi o?
Öyleydi oğlum; Keşan’da araba çarpmış oracıkta ölmüş. Annem ölüm haberini
sıradan bir haber gibi verdi. Yaşam ile ölüm arasındaki anlatım annemi kendine
getirmeye başladı.
Ne büyük şansızlık
anne! Bizim oranın erkekleri genç yaşta ölüyorlar. Kimi kazadan, büyük
çoğunluğu doğal yol sayılan; kalp krizi, kanser… Annem ölüm haberini vermesiyle
diğer ölüm haberlerine geçti;
Komşu Selatin 'de beş ay önce öldü oğlum. Yapma ya anne! Çok sağlıklıydı ama. Öyle ama zaten bir
yıldan beri İzmit'te kalıyor, tedavi görüyordu. Ahmet Koç da geçen hafta öldü.
O kimdi anne. Zihni Koç var ya; senin ilkokul arkadaşın. Evet. Onun amcası.
Tamam; onun da yaşı gençti. Genç ama tarlada çalışırken, bir kanalın üzerinden
atlarken orada ölmüş.
Daha bir sürü ölüm
haberi verdi annem. Bir yıl içinde ölenlerin büyük çoğunluğu orta yaş erkekler…
Birçoğundan da haberim vardı. Ama yokmuş gibi, büyük hayretlerle anneme sorup
onu konuşturdum. Konuştukça mesafeler, özlemler kısaldı kısaldı ve yok oldu
sanki. Artık, ne o telefonu kapatıyor, ne ben…
Sonunda ikimizde
yaşıyor olmanın, yaşatmanın, hayatı sevmenin ve bize verilen yaşam biletin
kıymetini bilerek; birbirimiz için ne kadar önemli olduğumuzu yüksek sesle
söyleyerek…
Anneler böyledir
işte; bir ses tonunuz, donuk veya baygın bakışınız kaçmaz onların gözünden ve
kulağından. Ama çocuklar da hiç de fana değildir; onlar da annelerinin insan
denen canlı için neler ifade ettiğini bilirler hani!
Annemle son
sözlerimizi söylerken annemin ses tonu sevgiden dolayı göz tonu ve gözyaşıyla
ödüllendiriliyordu; anne ile çocuğun yaşam içindeki yaşam töreniydi bu konuşma;
duyguların, sevmeye, saymaya, özlemeye, fark etmeye can attığı bir zaman
içinde…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder