Kamera; Güven
Kamp zamanı; kırmızılı kokona şerefine dostlarım...
KIRMIZILI KOKONA
İnsan denen canlı
insan denen canlıyı şaşırtmaya devam ediyor. Yaşı oldukça ilerlemiş, yüzündeki
kırışıklara aldırış etmeyen kırmızılı kadın, yüksek topuklarıyla inletiyor
ahşap zemini.
Oysa daha ellisine
bile girmeden yaşamın bütün yüklerini kendisinin sanan nice insan var
etrafımızda; her şeyden vazgeçmiş, varken tükenmiş görünen yürüyen ölü
canlılar… Ama kırmızılı kokona öyle mi; asla, günün her saati dipdiri…
Kırmızılı kokona
giyinmesini de biliyor, yemesini de; sabah kıyafeti başka, akşam başka, gece
başka… Hele bir kahvaltı edişi var; etrafa göz süzüşü var; görülmeye değer…
Ruhunun yaşlanmamış genç kızlığı neredeyse yaşlı bedenini yerle bir edip, onun
yerine taptaze bir beden görüntüsü oluşturacak.
Otelin kahvaltı
salonu Fransız sanatçının iç gıcıklayan sesiyle bir başka havaya bürünürken,
kırmızılı kokona gelince, yüksek topuklu ayakkabılarının ahşap zemine
dokunuşlarındaki notaların gençlik haykırışına dönüşmesine tanıklık ediyordum.
Başı dik, saçlar
günün koşullarına göre, renkten renge değişim sürecindeler. Upuzun saçları, at
kuyruk yapıp geriye sarkıtmasını oldukça seviyor. Etrafa göz süzüp, onun
varlığını, onun kıymetini bilenleri bir bir selamlama, onlarla uzun uzun
konuşma mütevazılığını da hiç kaçırmıyor kırmızılı kokona.
Kırmızılı kokonaya
bakınca, onun ruhunun dışa vuran dişiliğini, yaşlı bedenine kulak asmayan genç
kız hissedişini ürpererek izliyorum. Aynı izlemeyi, yan masada, erkek erkeğe
tatile çıkmış danalara bakarak da, bir başka ürperti içinde yapıyorum; dört
erkek, güya tatile çıkmışlar; dördü birbirinden bakımsız… Aynı sözcüklere
tutuna tutuna, ağızlarından çıkan sözler yalama olmuş… Argonun soylu kültürüne
sığınıp, yaptıkları kötü esprilere gülmekten öte sırıtıyorlar…
Hâlbuki kırmızılı
kokona öyle mi; adeta genç kızlara gösteri yapıyor. Sanki tecrübesi üst sınıra
dayanmış ama emekli olmamış bir geyşa gibi, giyinişin, yürüyüşün, duruşun, göz
süzüşün, dişi dişi bakışın öğretilerini yapıyor.
Kırmızılı kokona
kahvaltısını acele etmeden ve ilk önce başlayıp, en son bitirenlerden oluyor.
Endamına yakışır bir şekilde ağır ağır kahvaltısını yaparken, yine o bildik
taksici otele bir müşteri getirdi. Muhtemelen, otogara inen, kendilerini
yabancı hisseden iki genç, taksiciye ; “bildik, tanıdık otel var mı?” diye
sordular. Taksicinin beklediği soru odur; aynı avını bekleyen dişi örümcek
gibi, ipek tele dokunan herhangi bir böceği fark eder etmez, hemen esas işi
olan avcılığa başlar.
Fransız şarkıcı şarkılarına,
kırmızılı kokona zarif hareketleriyle kahvaltısına, erkek erkeğe tatile gelmiş
yılışık tipler mizah sayılmayan şakalarına gülmeye devam ediyorken, yine o
bildik taksi durdu otelin önünde. Otelin genç sahiplerinden erkek olan da dış
kapının yanında duruyordu. Taksici iki genç müşterisini indirirken otelin
sahibi olan adama bıyık altı gülümseyişini yaptı; “ bunları da ben getirdim,
sonra görüşürüz-anlaşırız” der gibiydi…
Taksi şoförü
müşterileri getirmekle, gülümsemekle yetinse iyi; otel sahibini görünce araçtan
inen müşterilerin de duyacağı bir şekilde; “ arkadaşlar yabancı değil, gereken
kolaylığı sağlayın” deyip gitti…
Arkadaşlar dediği
gençler cin gibi bakışlı çocuklardı. Taksi şoförü en büyük hatasını o gençleri
tanımayarak yapmıştı; fazladan konuşmuştu. Yeni tanıdığı, aracına on dakika
önce binen bu insanları, tanıdık olarak takdim edip, aklınca otelciye
yaranacaktı! Ama taksi şoförü gider gitmez, otelcinin yılışık kâtibi çocukları
avlama törenine girişmiş olsa bile bir işe yaramadı, çocuklar fazladan
iltifata, bu özel avlanma merasimine dur dedi; biz bir dolanalım, bir şeyler
yiyelim, sonra uğrarız derlerken, hiçbir zaman bu mekâna gelmeyeceklerini de
anlattılar…
Ben de kırmızılı
kokana gibi çayımı ağır ağır yudumlayıp, onun gibi etrafımı ağır ağır süzdüm;
nede olsa eli kalem tutan birisinin etrafının oldubittisine muhtaçlığı var,
düşüncesinin kutsal besleyiciliği-ne şükür ederek…
Güven Serin
2 yorum:
Çok iyi bir gözlem ve iyi bir tespit.)Bu yüzdendir ki, kaleminin hakkını felsefi derinlikte ve duyarlılıkta veren bir yazarsın sevgili Güven.. Ben de düşüncenin kutsal besleyiciliğine inananlardanım. Yaşam enerjisini daim tutmak ve kırmızılı kadın gibi hayata dört elle sarılmak gerek.. Varlığımıza anlam katarak, insanca, zarif renkleri yansıtarak ve şükran duyarak...
Bu güzel yazı için teşekkür ederim. Bu arada blog camiasında yazılarını önemsediğim birkaç blog dostumuzun yeni çıkarmış oldukları kitaplar gibi...senden de böyle güzel haberler bekliyorum/z bilesin.)
Esenlikler dilerim...
Günaydın Esmir. Düşüncenin kutsal besleyiciliği onuruna bir kez daha günaydın Esmir. Teşekkür ederim, güzel iltifatlar; elbet belki bir gün; bende bir veya birkaç kitap ile bu güzel dünyaya küçük bir katkı yaparım; sevgi ile...
Yorum Gönder