Kamera; Yunus Ganoslar
Avcı mıyım, av mıyım? Yol muyum, yolcu mu?
Yazı mıyım, yazar mı? Bitmeyen insan ahlaksal lığı;
kimine göre av, kimine göre avcı... Bana göre,
imbikten; insanın serüveni süzülüyor,günün
ve gecenin denge içinde yaşandığı gezegende.
AVCI ve AV
Bu döngünün özünde,
kaçan ve kovalayan, yiyecek olan ve yenilen vardır. Avcı, onurlu bir kahraman…
Av ise, zavallı bir canlı, soylu bir besin… Sanmayın ki bu durum hep böyledir;
hep av olan kaçar, avcı da kovalar; hayır! Şiddetle hayır! Bazen döngüyü
şaşırtan şeyler olur; av, kaçarken birden durur ve avcıya saldırır. Avcı
şaşırır, şaşkınlığın muhteşem gururuyla geri çekilir; çünkü kendi de bir av
konumuna düşmüştür…
Böyle bir doğa
şölenini herkes yakından görmüştür. Örneğin çok güçlü bir köpeğin bir kediyi
kovalaması; kedi kaçar, köpek de kovalar. Ama zaman gelir ki kedi köşeye
sıkışır; işte o zaman, kedi, av olmaktan çok bir avcı gibi savunma, saldırı
sanatına dönüşen yürekli bir kahraman olur.
Bu sebepten,
belgesel yapımcılarına çok şey borçluyuz. Avcının organize avlanmasını,
öldürmesini, avın ise organizeden yoksun, muhteşem kaçışını ve bazen kısa
süreliğine cesurca geri dönüşünün büyük gösterisin izletirler bize.
Lokale indiğimde
günün ışıkları da güney yarım küreye ilerlemekteydi. Kuzeyin ışıksızlığa
karanlığın, yıldızlı kubbenin sonsuzluğuna davet ediyordu, insan denen canlının
kargaşa içindeki halini. Bayram, çayım ile suyumu getirdi. Kısa bir hal-hatır
sormadan sonra günün gazetelerinin çekim kuvvetine teslim oldum.
Benden başka birkaç
kişi daha vardı lokalin sıcak odasında. Bir kişi bilgisayarla meşgul oluyor,
iki kişi de gazete okuyorlardı. Sonra, dört kişi daha geldiler. Gelenlerin
birbirini selamlaması, hoş geldin demesin lokalin havası içinde teneffüs etti.
Kısa saçlı buğday tenli kız ile hafif şişmanca erkek, diğer hafif şişman bayan
ile orta yaş civarı kır saçlı erkeği selamlayarak, büyük bir hürmet sundular.
Sonradan anlaşıldı
ki, orta yaşlı erkek ile hafif şişman bayanın orada bulunuş amacı, puan+para
kazanma işi üzerineymiş. Gelen genç kız ile erkek ise onlara para ve puan
kazandırma işlemi yapacak olan “av” konumundaki canlılarmış… En köşe masaya
geçtiler. Kır saçlı erkek ile yanındaki bayan sazı eline alıp başladılar
konuşmaya. Bu işin ne kadar güzel olduğunu, ne kadar çok kazandıra bileceğini
öyle bir ballandıra ile anlatıyorlar ki, neredeyse kendileri o bal tutan
parmağı yeyip bitirecekler.
Neyse ki av
konumundaki genç kızın bakışlarında iyi bir savunmacı, “a,b,c, d” planları
olabilen bir canlı ışığı sezdim. Bu benim tesellimdir o an için. Avcı
konumundaki kır saçlı erkek ile yanındaki yardımcısı olan kadın, sıra ile bazen
organize, sürekli yükleniyorlar, avın
zayıfı anında “eh” demesini istiyorlardı. Sıkça; “ sen bu işe uygunsun! Senin
yapabileceğini anladık biz!” Bu sözler çok tanıdık geldi bana. Çok eski
zamanlara gittim; benim de saçlarıma kır düşmemiş, beni de av olarak kabul
eylemiş bir avcı neredeyse yarım gün beni avlamak için uğraşmış ama bir türlü
beni avla-yamamıştı Sanırım bizler zor avlarız. Her ne kadar kolay görünsek de,
tabiatın dengeli yaşamına gönül vermişlikle, tanrısal sezgilerimizin, sosyal
düzenimizin büyük yardımını alırız.
Köşe masada, iki av,
iki de avcı vardı. Avcıların enerjisi muhteşemdi. Hiç durmadan övgüler,
özendirme silahlarıyla ateş ediyorlar, kısa saçlı zarif yüzlü kızın nazikçe
geri püskürtmesini, hoş görülü haykırışını kabul etmiyorlardı.
Avcıların masaya
oturmasının üzerinden tam tamına iki saat geçmiş, artık pes vaktinin geldiğini
sezmeye başlamışlardı. Kolay av sandıkları kız, harika bir strateji izliyor,
onları nazik bakışlarıyla, tebessümüyle, yavaş yavaş uyarı ve saldırı
silahlarını onlara çevireceğinin belirtileriyle kurtulmak istiyordu bu
girdaptan. Ben, bu avcıların büyük saldırısını izleyen bir belgeselci
ahlaksallığında, doğanın bu doğal olayına karışıp karışmama arasında gerçek can
çekişmesini yapıyordum; hem avcı, hem de av heyecanını yaşıyordum,
yaşadıklarımdan habersiz olanların hemen yakınında.
Bir ara, avcı
sanılan kızın bıkkın, sıkkın yüzünün acı çeken nazik halini görünce el-kol
hareketi yapmak istedim. Anlatmak istediğim hareket şu olacaktı; “ bu zalim
avcılara asla kanma, pes etme zarif yüzlü yaratık.” Demeyi öyle çok istedim ki…
Sonunda, döngünün
büyük tekrarı olmadı. Avcılar genç avları ikna edememişler, muhteşem
enerjileriyle baş başa kaldılar. Çok insanın kanabileceği, pes edip, artık ben
onurlu bir avım, beni afiyetle ye, diyebilecekleri bir av sahasından sağ-salim
çıkmışlar, bir de nezaketlerini yitirmeden, büyük kurtuluşun soylu hatırına
“teşekkür “ ederek ayrıldılar.
Bir süre lokalde
kalan avcı erkek ile kadın, tam anlayamadığım homurdanmalara bakılırsa,
yenik duruşlarını, büyük enerji kayıplarını anlatıyorlardı birbirlerinin kurnaz
yüzlerine. Ne acı; genç kız bütün zarafetini kullanarak onlara şu can alıcı
uyarıcıyı yapmıştı;
“ SİZİN
ANLATTIKLARINIZ ÇOK GÜZEL DE BENİM TARZIM DEĞİL. BEN YANINA GİTTİĞİM
DOSTLARIMIN BU ŞEKİLDE RAHATINI KAÇIRAMAM, YAPAMAM!” Bu sözleri beni de köşeye
sıkıştıran avcılara karşı bende kullanmıştım. Duyunca tanıdık bir dostu görür
gibi olup, o sözün sahibinin zarif bedeninin elini sıkmak istedim.
Hep avcı ruhuyla
dolaşanlar; nazik uyarıları, zarif bakışları anlamazlar; ta ki kendileri “av”
durumuna düşüne kadar…
2 yorum:
Kesinlikle Bravo Sezer; benden de :)) İyi dayandı, iyi mücadele etti ve savaşı kazandı :))
Yorum Gönder