20 Ekim 2012 Cumartesi

CURCUNA

Kamera;Güven -İstanbul
Yaşam Sergisi

Durduramadığımız zamanı ne kadar çok
şeylerle ağırlaştırıp curcunaya çeviriyoruz.
İnsana o kadar az şey yeterken ve o
az şeyle insan denen canlı, evreni bile
kucaklayacak coşkuyu, sonsuzluğu
hissederken; biz hislerden yoksunlaşan
nesnelerin, sözlerin, yaşam biçimlerin
kölesiyiz adeta... 


Kamera; ;Güven-İstanbul
Yaşam Sergisi

Yapraklardır ormanı var eden. Çeşitten
çeşide renkten renge dönüşen;
şiiri, resmi, felsefesidir ormanın
yapraklar.

CURCUNA

  Muhteşem bir curcuna yaşanıyor güzel ülkemde. Güzel olduğu kadar alımlı ve çekici… Ama zarafetinin kurbanı ülkemin ağıt yakanları bitmeyecek.

  Kadın güvene bileceği en son limana, yani devlete sığınıyor;

“Beni kurtarın, ayrıldığım eski eşim öldürecek” diyor… Adalete, emniyete yalvarıyor. Kendini koruma durumuna düşmüş adalet, devlet; bir, beş, on, yüz, bin kadının; “kurtarın” çığlıklarına seyirci kalıyor.

  Bu ülkede adeta taparcasına sevdiğim ülkemde ölen, öldürülen her kadın, çocuk, emniyetin de, adaletin de ölmeye başladığının habercisidir.

  84 yaşındaki Ahmet Bey dostça sesleniyor bana;

“Bak etrafına cami sayısı hastane sayısını çoktan geçmiş. İmam Hatip Liselerinin bolluğuna bak! Et tüketimimiz, süt tüketimimiz gelişmiş ülkelerin en gerisinde. Kitap okumamız, tiyatroya gitmemiz de öyle. İş kazaları, trafik kazları şampiyonuyuz. Taciz olaylarında, genç yaşta zorla evlendirmelerde korkunçluk derecesinde. Hangi kurumu düşünseniz inçiniz yanıyor. Göstermelik, görüntülük muhteşem bir gösteri içinde! Sen bu halka bir şey anlatacağım diye hiç boşuna didinme evlat!”

  Gerçek bir Cumhuriyet aşığı Ahmet Bey’in zihni pırıl pırıl! Zekâsının yanında olayları izleyip uzağa bakışı da öyle! Matematiği, edebiyatı, tarihi, sanatı, felsefeyi anlayanlar her şeyi çoktan görmüş. Ama bir tek şey anlaşılamamış; insanın yapacağı büyük şaşırtmacalar hep vardır. Zaten bizlerden istene de bu ülke sevdalılarının, akıl ve bilim yolunu seçmişlerin pes etmesi değil midir?

  Bir şeyi fark ediyorum; artık televizyon, gazete haberlerini izleme cesareti gösteremiyorum. Çünkü ölüm-vahşet kokuyor.

  Sesler, her taraftan sesler curcunaya destek veriyor. Kim daha kurnaz, kim daha hilebaz yarışı kazanıyor gibi görünüyor. Adalet, zarafet, ar-namus, saygınlık, erdem çoktan nefessiz kalmış. Sesleri bile çıkmıyor.

  Yakınımdaki gazetede gördüğüm karikatüre sığınıyorum. Mustafa Bilgin usta işi bir gösteri yapmış. Piyanonun başında bir dahi müzik yapmaya çalışıyor. Fakat bir ses olağan üstü bir davul sesi; başbakanın karikatürü olanca kuvvetiyle davulu; güm, güm, güm diye çalıyor. Piyano başındaki genç dahi Fazıl Say, dikkati dağıldığı için piyanonun tuşlarına dokunamıyor bile. Ter içinde kalmış. Curcunaya karşı yenilmişliği yetmezmiş gibi, davul çalan başbakanımızın yanındaki yaveri “SUS” işareti yapıyor. Kime mi? Elbette zaten susmuş olan müzik adamına. Ne muhteşem sanat, ne muhteşem yaşam biçimi değil mi dostlar…

  Bu düşüncelerin içinde curcuna-lar karşısında yorgun düşen bedenimin beklediği esintiyi, bir başka tanıklık ettiğim olayla birleştiriyorum;

 İstiklal Caddesi içinde yürürken o büyük, o muhteşem sahne geliyor gözlerimin önüne. İki genç turist, bir sel gibi akan İstiklal Caddesi kenarında harçlıklarını çıkartmak için müzik yapmak istiyorlar. Genç kızın elinde bir keman, erkeğin elinde ise bir gitar. Müziğin dinginliği, becerikliliği ikisinin de yüzünden okunuyor. Ama yüzlerinden bir başka şey daha okunuyor; büyük curcuna yüzünden müzik yapamıyorlar. Hangi curcuna mı? Beş metre ötelerine kurulan çingene kızların vur patlasın, çal oynasın eğlencesi yaşanıyor. Bir darbuka, bir klarnet ve üç çingene kızı insanların dikkatini o yöne çekiyor.

  Keman çalan genç kız da, gitarı elinde tutan erkek de oldukça üzgün. Büyük curcuna onların büyük sanatlarını gölgede bırakıyor. Ama biraz şanslılar da, şimdilik onlara birisi : “sus” işareti yapmıyor.

  Sesler, ölümler, yıkımlar ve büyük ağıtlar; akıyor millet bir sel gibi; hiçbir şey olmamış gibi, darbukanın sesini duyan eğlencenin, şirretliğin, miskinliğin ve suskunluğunun içinde kayboluyor…

  Ne garip, ne büyük gafletin hikayesi yazılıyor…

Güven Serin



 

 

 

 

  



Hiç yorum yok: