Kamera; Güven Tevfik Fikret'in Evi-Aşiyan
Nar ağaçlarının arasında viran bir ev; kurtarılmayı
bekliyor.
Onarım çalışmaları yapılacaktı. Son halini bilemiyorum.
Kamera; Güven Aşiyan
Burası Fikret'in kuş yuvası dediği yer. Her insan,
insanlık yolunda içsel fırtınaları dizginlemek için
böyle kuytu köşeler arar.
Aydınlığın yolcusu selam olsun san...
FİKRET BE ÇOCUKLAR!
Bir sohbet sırasında
Mustafa Kemal yanında bulunan gençlere bir soru yöneltti;
“Bu yurdun ve ulusun uygar dünya ulusları arasında ün ve
onurla yaşayabilmesi gereken her şeyi düşünen ve bu uğurda yaşamını feda eden
şair kimdir?”
Gençlerden gelen
cevaplar; “ Namık Kemal, Hamit, Ziya Gökalp” adlarını duyan Atatürk Rumeli
ağzıyla aradığı cevabı kendisi verir;
“Fikret be çocuklar!... Fikret be çocuklar!... Fikret be
çocuklar!...” Atatürk çıktığı yolculukta Fikret gibi aydınlığı kovalayan ve bu
uğurda yaşamlarını feda eden insanların eserlerini önemli bulup başucundan
ayırmamıştır. Atatürk’ün Tevfik Fikret’e büyük saygısı olduğu gibi büyük sevgi
de beslediği bir gerçektir.
Atatürk’ün ne
insanı, ne de insanlığı aldatacak kişiliği vardır. İnanmış olduğu yolda en
önemli sığındığı yardımcıları insan ve insanlık sevgisinin yanında hakiki vatan
sevgisiyle kuşatılmış insanlar ve bilim dallarının, sanat dallarının tamamıdır.
Sahtelikten yana değil gerçeklerden yana olduğu için bugün hâla taptaze
Atatürk’tür.
Atatürk Fikret
hakkındaki düşüncelerini, onu tanımayan gençlere anlatımını şöyle devam
ettirir;
“ O bizden daha çok
ilerisini görebilen bir insandı. Ne yazık ki ona yetişemedik. Biz onu mektep
sıralarında okurduk. Ondaki heybet, vakur ahenk hiçbir şairimizde yoktur… Ancak
onu iyi tanıyanlar ve tanıyacak olanlar, benim bir gün yapmak isteyeceklerimi
kavrayabilirler! … O karanlıkta nur gören ve yurttaşlarını o nura götürmeye
çalışan yegane şair ve yegane insandı…!”
Mithat Cemal Kutay
Fikret ile yaşadığı anısını büyük bir iç çekişle anlatıyor;
“ Rumelihisarı’ndan komşusu Abdülhak Şinasi Hisar Bey’e rica
ettim, bir gün beni Aşiyan’a götürdü… Kapıyı bir hizmetli veya uşak değil
bizzat kendisi, Fikret açtı. Büyük şairin huzurunda bu kadar kolay bulunmanın
hayreti içinde kaldım… Bu heykel, bu atlet sanki muvakkaten bizim gibi
giyinmişti. O kadar hürmetle oturuyordu ki, bu tevazuu karşısında bir kere daha
şaşırdım. Fakat bir başka hayret mevzuu daha vardı; Bu pehlivan gibi vücuttan
çıkan ses iri bir kayadan sızan suyun sesine benziyordu; çok güzeldi… Birden,
bu ziyaretimden utandım; ona ne diye gelmiştim? Benim, Fikret’e gitmem ayıptı.
Kimdim ki? Neydim ki? Aşiyan’dan çıktığım zaman hayretler içindeydim; sözleri
resimdi. Çizgi darbeleri ve renk tufanıydı. Ölümüne kalbim bugün bir kere daha
sızladığı büyük şair, sen manasız bir misafire o gün ne büyük bir sabırla
tahammül etmiştin! “
Fikret o günün
çürümüş II. Abdülhamit yönetimi içinde bulunan ülkenin durumuna, insanların
çaresizliğine karşın, büyük acılar çekmekteydi. 1898 yılı arkadaşlarından
birine yazdığı mektupta o günü ve içinde bulunduğu ruh âlemini şöyle
anlatıyordu;
“ … Koca bir dünya içinde yalnızım… En yakın arkadaşlarımın
arasında sokağa çıplak çıkmış bir adam hissiyle titriyorum. Herkes hiç olmazsa
üniformalarıyla ne mal olduklarını gizliyor; herkes zamanın gösterişli
alçaklığına bürüne biliyor; herkes bu rezil ortamda nefes alabilme olanağına
sahip… Üzüntümün derecesini düşünemezsin kardeşim! Kendimi taşlara çarpacağım
geliyor; fakat hani benim samimi kanımla kirlenecek bir temiz taş?...”
Ne hazindir ki bir
başka büyük şair, M. Akif Ersoy Fikret’i anlayamamış, anlamak istemediği gibi
hakaret derecesinde şiir yazmıştır. Akif bu şiirinde Fikret’e tarihin
tanıklığını, büyük düşünürlerin de yanılgısını ispatlayan bir gerçeklik içinde
sesleniyor;
“ Robert Kolej’in sanat dâhisi diye açıkça alay edilen bu
‘herif ‘ (!) bol para verilince kilisede hademelik etmekten bile çekinmez.
Zaten, dinsiz mecnun’un tekidir. Üstelik çifte bayraklıdır ama onun üstüne
gitmeye Hükümetin bile gücü yetmez! “
Fikret büyük bir
yanılgı içinde olan Akif’in bu hakareti karşısında iki yıl hiçbir şey demez.
Sonra bir şiirle 14 Kasım 1914’te yazdığı Eski Çağlar Tarihine ek bir diye
cevap; seksen dizelik bir şiir yazar. Akif gibi kırıcı ve ön yargılı değil,
aklın insanı insan eden zarif sanatıyla seslenmiştir;
Bana anlatma o güzel dini/Bilirim bende senin bildiğini/
İnsanın böyle sapmaları var/ Putunu kendi yapar, kendi tapar/ Şimdi Cennete
Cehenneme aldırmadan/ Süzerim evreni hayran hayran/ Merhamet, iyilik ve
yurtseverlik, hakkaniyet/ Sonra bir şaire ‘Zangoç’ dememek/ Düşünüp işlemek
ayinimidir/ Yaşamak dini benim dinimdir/ Müminim; varlığa imanım var/ Her kanat
bir meleği açıklar/ Peygamberlere göstermem ilgi/ Bir örümcek getirir beni
Hakka beni.
İnsan evrenin
parçası olan büyüleyici bir canlıdır. Sadece bedenen değil, ruhen de işlenmeye
muhtaçtır. Besinleri iyi alamazsa, kul ve köleliğin emrinde en cilalı ve en
gösterişli beyinler bile pas tutmaya başlar. Fikret pas tutacak bir insan
değildi. Zincire vurulacak, dünyevi ürünler, nesnelerle kandırılacak bir insan
da değildi. Yüce yaratıcının eserlerini, insan eseri olan aklı ve öğrenmeye
olan açlığı ile geliştiriyor, sevginin var olabilmesi için ezber bozuyordu.
Atatürk’ün gönlünde
başköşeye oturan Fikret’in Yarın (Ferda) şiirini ezbere bilen Atatürk bu
şiirden söz edildiği zaman kendi okuyordu. Fikret, Ferda şiirini gençliğe tüm
zamanların gençlerine adamıştır. Sanırım bu zamanın yılgınlığını, perişanlığını
ve büyük büyünün beynimize hükmedişini böyle yurtsever ve akılcı şairlerin,
insanların eserlerine sığınarak atlatabiliriz:
Yarın senin; senin bu yenilik bu inkılâp…
Her şey senin değil mi ki zaten? … Sen ey gençlik!
Ey umudun güzel yüzü; işte aynan
Karşında; sabahın saf ve bulutsuz seması
Titreyen kucağını açmış bekliyor… Koş!
Ey hayatın neş’eyle gülen tanyeri, işte herkesin
Gözü sende; sen ki hayatın ümidisin
Alnında bir yeni yıldız, yok, bir güneş
Doğ ufuklara; önünde şu çileli mazi sönsün sürekli olarak.
Sönsün müebbedin o cehennem; senin bugün
Cennet kadar güzel vatanın var; şu gördüğün
Zümrüt bakışlı, inci gülüşlü kızcağız
Kimdir, bilir misin? Vatanın! …
Güven Serin