6 Şubat 2012 Pazartesi

MODA KANLICA ARASI

Kamera; Güven    Kanlıca Mezarlığı

Doğa Irnmak daha doğmadan çocukları önemsemiş
uzun saçla adama geldi. Sessizdiler ikiside; sessizdiler ama
ses veriyorlardı, bizim işitemeyeceğimiz seslenişlerden...

Kamera; Güven Kanlıca Mezarlığı

Uzaklarda bir yerlerde güneşler doğuyor.
Uzaklarda bir yerlerde türküler söyleniyor.


Kamera; Güven     Kanlıca Mezarlığı


Kamera; Güven   Kanlıca Mezarlığı

Ve çocuklar; onlar daha doğmadan uzaklaşan
sanatçının varoluşunu, yakınımızda oluşunu
ispatlayan güzel canlılar.

Kanlıca Mezarlığı her türden insanın ölü bedenleri
ile dolu. Her mezarın bir anısı, bir hatırası ve bir
arayanı var; muhakkak. Ama Barış'ın arayanı
her yönden, hen gönülden,inançtan gelen insanlar...


Kamera; Güven  Kanlıca Mezarlığı

Işık, ışıkların bulunduğu yerde güzel bir gösteri
yapıyor. 5 Şubata özel bir gösteri. İnsan çığlıkları ile
dolmuş şehirin yanıbaşında sessizliğin, özlemişilğin
sessiz ışıklı gösterisi yapıldı.

Kamera, Güven  81300 Moda İstanbul


Kamera; Güven   81300 Moda-İstanbul

O, uzun saçlı adam, Aşık Veyseli, Pir Sultan Abdalı,
Yoksul Osmanı, Hala Kızı Zehrayı
sevmişti. Ama çocukları da, çocukları da
sevmişti.
O, uzun saçlı adam müziği, felsefeyi, Gül
Pembeyi, Sarı Çizmeli Mehmet Ağayı,
Veliyi, Aliyi sevmişti. Ama çocukları;
çocukları da sevmişti...


Kamera; Güven  Moda-İstanbul

Of offf, Barış yolun sonunda, yürü demek
boşuna. Hayat duruyor dostlar, ben durmuşum
çok mu? Ali yazar, Veli bozar; küp suyunu çeker
azar azar. Üzülmüşüm neye yarar, keskin
sirke küpüne zarar.


Kamera; Güven   Moda-İstanbul

Hey sessizliğin sesi. Hey, bataklığın
güzel kokan çiçeği. Çölün çiğ damlası,
ölüm ile yaşam arasındaki ince çizgi;
güzel düş, soylu gerçek...

Gamzedeyim deva bulmam...
Heey heey heey; hey hey...
Elem beni terketmiyor hiç de
fasıla vermiyor.

Yolla yarim tez yolla;
boyalı mendile de sar yolla. İki tel
kopar saçından,kınalı mendile de
sar yolla. Yolla yolla...


MODA KANLICA ARASI



 Moda’dan kalkan vapur martı çığlıklarıyla birlikte öttürüyordu düdüğünü. İstanbul Boğazını ne martısız, ne vapursuz bırakamayız! Vapurları da gizemli yapan sesinden, seslenişinden; insanı selama durduracak düdüğünden ayrı düşünemeyiz.

 Moda’dan kalkan vapur, boğazın soğuk sularında ilerliyor, hem de martı çığlıkları arasında… Şahlanmış ana tanrıça gibi iskelelere büyük bir mutluluk içinde uğruyordu. Moda, Kadıköy, Kabataş derken törene katılacakları alma işi bitti. Bir sürü tanıdık yüz vardı vapurda. Geçmiş yıllardan gördüğüm Barışseverler… Kadın, kız, çocuk, erkek, genç, orta yaşlı, yaşlı her yaştan insan; yine her zaman olduğu gibi Barış şarkıları ile eğleniyorlardı.

 Bir haftalık soğuk ve karlı havalardan sonra İstanbul’a yüzünü dönen güneş; insan bedenlerini ısıttığı gibi günü, boğazı ve Kanlıca tepelerini aydınlatıyordu. Sadece aydınlık mı? Yoğun çam kokuları toprak kokusu ile centilmence rekabet içindeydiler. Küçük kuşlar yılda bir kez toplanan bu kadar çok insanın bir arada oluşuna seviniyor gibi küçük gırtlaklarından çıkan ince sesler ile konuşuyorlardı.

 Kanlıca Mezarlığı mezarlıklar içerisinde en güzel yerlerden birisinde bulunuyor. Boğaza bakan Kanlıca tepeleri çam, meşe ağaçları, servi ağaçları ile yeşili, sessiz konukları ile maneviyatı yakalamıştı. Az ötede Fatih Sultan Mehmet Köprüsü uzanıyordu; bir kıtadan diğerine doğru. İnsan eli ile yapılmış, insanlığa meydan okur gibi, ışığın farklı süreçlerinde farklı bir görüntü sergileyen köprü…

 Barış Manço deyince insanların hatırladığı en önemli şey; müzik ve çocuklara seslenişidir. Çocukları. Barış Manço’nun Moda’da müze olan evinde videodan izlediğim çocuk programı çocuklara getirdi beni. Çocuklara yaklaşımı, çocuk ruhuna dokunuşu, onlardan hiçbir zaman uzaklaşacak kadar büyük adam olmayışı; olmak istemeyişi ruhumun çocukluğa duyduğu özlemi de hatırlattı bana.

 Barış Manço’ya; kıtadan kıtaya, kalpten kalbe, inançtan inanca taşmış sanatçı için Kanlıca Mezarlığına gelen herkes kendi bildiği yakarış, kendi bildiği sesleniş ve dualar ile seslendi. Seslenişi sesleniş yapan; ne İngilizce, Almanca, İtalyanca ne de Arapça oluşunda gizlidir. Seslenişi sesleniş yapan, ruhun bedenden aldığı destek ile ilahi bir yükselişe çıkışın ve oradaki uzaklığı yakına getirişin el ele, göz göze, ses sese dokunuşların bütünüdür…

 Büyük adamlar, büyük kârları düşünen, büyük oyunun usta oyuncuları ne kadar da kötü şekillendiriyorlar insanlığın çocuk dünyasını. Çocuklar, bebeklikten çocukluğa geçiş yaptıkları sürece misler gibi kokarlar. Hâlbuki onları böyle güzel kokutan ne bir parfüm, ne bir deterjandır. Yeterince büyümemiş, yeterince büyüklük hastalıklarına tutulmamış olmalarında yatar görünüşlerindeki masumluk ve büyüleyici güzel kokular…

 Vapurda, Barış Manço Müzesinde 7 yaşında çocuktan tutun da 77 yaşındaki insana kadar, her yaşın özlem dolu yürekleri dolaşıyordu. Her yan çocuk kokuyordu; Barış’ın, uzun saçlı insanın çocuklara gülümseyen, şakalar yapan ama aynı zamanda onları önemseyen, önemli bulan adamın evinde.

 Barışseverlere baktığım zaman gördüğüm en önemli ortak yan; büyük çoğunluğunun insanlığını kaybetmemiş olmasıdır diye düşünürüm. Dünya ile olan kavgaları olmayan, parsel, ada kıyametleri içinde koşuşturmayan; diğer canlılar gibi kendi payına düşenle yetinen, hatta kendi payını bile diğerleri ile paylaşan insanlar; insanlık topluluğu gibi…

 Barış Manço deyince sadece şarkılar; Dağlar Dağlar, Sarı Çizmeli Mehmet Ağa, Ben Bilirim, Dönence, Kol Düğmeleri, Unutamadım, Gönül Dağı, Gül Pembe diye düşünülmez. Çocukluğumda sevdiğim sanatçıyı büyüklüğümde ayrı bir sevgi ile irdeliyorum. Bir gezgin gibi dere tepe gezdiği zamanları düşünüp onun iyi bir televizyon programcısı olduğunu, yaptığı çocuk programları ile içinde yok olmayan çocuk sevgisinin en güzellerini yaşattığını biliyoruz. Yaptığı şarkıları, gezdiği, dinlediği, gördüğü yerlerden; yani insan, bölge ayrımı yapmadan ülkenin her köşe, bucağından taşıdığını da biliyorum.

 O yüzden, onun şarkılarını dinlerken, çocukluğu, ülke sevgisini ve sevdasını yaşarım. Ülkemin gitmediğim köşeleri, bucakları, köyleri, dokunmadığım insanları için; onlara duyduğum özlemi gidermek için, eksik kalan sevdalara biraz neşe, biraz ilaç olmak için Barış şarkıları dinlerim.

Ne vardır bu şarkılarda? İnsan vardır! Sevgi vardır! Saygı vardır! Aşk vardır! Muhteşem bir dönüşüm vardır; çocuk, hep çocuk, hep insan kalmanın büyük dönüşümü…

Yaz dostum, der;

“yaz dostum, kimse göçmez bu dünyadan mal ile/Yaz tahtaya bir daha tut defteri kitabı sarı çizmeli Mehmet ağa bir gün öder hesabı/Yaz dostum; Barış söyler kendi bir ders alır mı/Yaz dostum; su üstüne yazsam kalır mı/Yaz dostum; bir dünya ki haklı haksız karışmış…

Bir başka şarkısında;

“Ham meyveyi kopardılar dalından/Beni ayırdılar nazlı yârimden/Eşim dostum tutmaz oldu elimden/Onun için kapanmıyor gözlerim.”

Diğer şarkısında;

“deli gönül sevdasını ben bilirim, ben bilirim/yardan ayrı kalmasını ben bilirim, ben bilirim/Yumuk yumuk elleri var, kömür kömür gözleri var/Daha daha neleri var, ben bilirim, ben bilirim.”

 İşte böyledir Barış; anlamaya, dinlemeye çalıştıkça, sevgiye, aşka, felsefeye, sanata bulaşırsınız; eğer severseniz siz de sevgiye, felsefeye, sevgiye ve aşka bulaşmayı; severseniz siz de çocuğu, yaşlıyı, ülkenizi; Barış’ı fark edersiniz…

 Güven Serin
























3 yorum:

Arzu Sarıyer dedi ki...

Ne büyük ve vefalı sevgi.Barış sevgisi başka türlü sevgi ;müzikten öte felsefeden ziyade...Kutlarım.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Teşekkürler Arzu Öğretmenim.

Adsız dedi ki...

Barış Manço sadece bir müzisyen değil;adamdı ama adam gibi adam...Resme gelince Barış Manço'nun da dediği gibi ''Burada ölünür...''