26 Ekim 2011 Çarşamba

GÖK GÖZLÜ TANRIÇA

Kamera; Güven  Athena Tapınağı
Gün Ege kıyısında başlayıp Ege kıyısında son
buluyor. Bağların toprak, kütük ve yaprak
kokulu şarapları kadehlere dökülüyor kan
gibi. Ve insan, kurtuluşu, ümitleri
en çok tanrı ve tanrıçalara yüklemiş insan
kendi hikayesini her devirde yazmaya
devam ediyor; hep aynı sonuca doğru
yönelen hikayeler; kaybedişler, aşklar, ümitler
ve soylu acılar...

Kamera; Güven Athena Tapınağı


Kamera; Güven Assos Antik Liman
Tapınağın hemen altında deniz ile iç içe küçük bir
yerleşim yeri; taş ve anılardan yapılmış; insan
denen canlının zengin düşlerine kucak açan
bir yer.

GÖK GÖZLÜ TANRIÇA



 Destanlar geçmiş ile bugünün arasında bir köprüdürler. Zaman taptaze kalırken, nesiller gelir geçer; eşyalar eskir, insanlar doğar, büyür ve ölür; destanlar zaman kadar taze; taptaze kalırlar…

 Günümüzden yüzlerce yıl önce M.Ö. 6. yüzyıllarda kaleme alınan ve Antik Yunan edebiyatının ikinci büyük destanı olan Odysseia ve Truva kahramanı İthake Kralı Odysseus’un bitmeyen savaşı en sonunda tanrıça Athena’nın yardımı ile bulduğu büyük huzuru anlatır…

 Truva Savaşının kahramanı Odysseus’un zorlu ve aynı zamanda ölümcül maceraları, yirmi yıl ayrı düştüğü vatanına geri dönüşün öyküsü… Geride bıraktığı güzel ve akıllı karısı Penelopeia’nın onla evlenmek isteyen taliplerine karşı verdiği zorlu mücadele ve oğlunun babasının onurunu, malını-mülkünü korumak için verdiği savaşlar...

 Destanlara geçmiş ile günümüz arasında bir köprü dedim. Çünkü destanlar da insan ilişkilerini, o dönemin yaşam biçimlerini anlatır. İnsanı daha ileriye taşıyan en önemli katkıyı yapan olaylar da yaşanmış olayların imbikten süzülen deneyimleridir. Mal-mülk, namus, ahlak, sevgi, dostluk anlayışı geçmişte nasıl yaşanıyordu, bugün nasıl yaşanıyor; yaşananların yaşamımıza olabilecek katkıları; yine bizim bilgi ve görgümüz oranında fayda sağlayacaktır.

 Şimdi gözlerinizi kapatıp geçmişe; o zamanlara inelim. Deniz tanrısı Pasiidon belli ki Odysseus’a kızmış. Denizleri dev dalgalar ile süslüyor. Truva Savaşı kahramanı Odysseus’u yıllarca sürecek sınamadan geçirmek istiyor ve geçiriyor da.

 2600 yıl öncesinin kahramanlıkları, dostlukları, hilebazlıkları, insanüstü ölümsüz tanrı ve tanrıçaları ve insanın insanlığa giden yolda değişmeyen arzuları, arayışları, servete ve güce olan düşkünlükler; sanki hiçbir şey değişmemiş gibi…

 Baş tanrı Zeus’u, onun kızı tanrıça Athena’yı ve denizlere hükmeden Poseidon’u yakından göreceğiz belki de onları hissedip heyecanlanacağız.

 Şimdi çok sesiz olun; kahramanımız Leertes’in oğlu Odysseus konuşuyor; “ Ben Laertes’in oğlu Odysseus’um. Tüm insanların arasında ünüm vardır. Kurnazlıklarımla namım ulaşmıştır göklere kadar. Büyük ve ormanlık Nerithos Dağının bulunduğu ünlü İthake’de yaşarım. Tanrıçalardan Kalypso beni alıkoymuştu oyuk mağaraların içinde, istiyordu onun kocası olmamı; kurnaz usta Kirke’de tutmuştu beni sarayında kocası olmam için. Ancak benim göğsümün içindeki ruhum hoşlanmadı ondan, yabancı bir ülkede zengin bir evde olsa da, insan vatanını, ailesini, dostlarını özlüyor.

Truva’dan dönerken Zeus(baş tanrı) yolumu işkenceye çevirdi. İlion’dan (Truva) çıkarken bir rüzgâr yaklaştı arkamdan ve alıp Kikonlar’ın ülkesi İsmosor’a getirdi beni.”

 Kahramanımız Odysseus büyük Truva Savaşından sonra da yıllarca sürecek savaşlara sürüklenmiştir. Zeus ve denizlere hükmeden Poseidon öfkelenmişlerdi bir kere! Olmasaydı gök güzle Athena Odysseus’da tanrıların öfkesinden kurtulamazdı. En seçkin savaşçı arkadaşları ve yoldaşları gözlerinin önünde birer birer ölmüşlerdir. Odyesseus hızlı kara gemisi ve diğer gemilerle çıktığı yolculuğunda tek başına kalmıştır. Ona yardım eden tek bir tanrıça vardır; gök gözlü Athena.

 Baş tanrı Zeus ve denizlere hükmeden Poseidon, Odysseus’u bu seferde başka bir adaya; Lotusyiyenlerin ülkesine ‘bugünkü Libya”, oradan da sırtlarını ölümsüz tanrılara yaslayan Tepegözlerin ülkesine savrulur. Yoldaşlarından büyük çoğunluğunu kaybeder. Athena’nın insanüstü yardımları Odysseus’un tanrısal duruşu ve kurnazlıkları sayesinde yine hayatta kalmıştır. Bir dev olan Tepegöz Odysseus’un yoldaşlarından çoğunu öğle ve akşam yemeği niyetine midesini indirmiştir bile. Ama akıllı ve kurnaz Odysseus yanında getirdiği bal tadında olan şarap ile devi sarhoş edip uyutması ve onun alnında olan bir tek gözüne mızrağını saplaması sayesinde bir kez daha karanlık sulara açılma fırsatını yakalayacaktır.

Odysseus ve yoldaşları Tepegözlerin ülkesindedir. Ve ben sessizce o devlerin ülkesinde kocaman bir kayanın arkasına saklanarak yine Odysseus’a kulak veriyorum;

Gece hiç ışık yoktu ve hiçbir şey görünmüyordu, ay bile yoktu, bulutlar işgal etmişlerdi gökyüzünü. Kimse görmedi adayı, kıyıya yanaştığımız vakit tüm yelkenleri indirdik. Oraya uzanıp tanrısal şafağı bekledik. Sabah erken doğan gül parmaklı şafak göründüğünde adaya hayran olmuş bir halde dolaşmaya başladık. Kalkan taşıyan Zeus’un kızları Nympheler karınlarımızı doyuralım diye dağ keçisi gönderdi.”

 Güzel atları olan tanrısal Agamemnon’un peşinden Truva’ya gelen ve yıllar süren Truva Savaşını kazanan Odysseus’un savaşı daha bitmemiştir. Bir dev olan Tepegözle, Tepegözün mağarasında verdiği hayatta kalma mücadelesi bir sürü yoldaşını kaybetmekle ama kendi canını kurtarmakla son bulmuştur. Ne Zeus’un öfkesi dinmiş, ne de deniz tanrısı Peseidon’un öfkesi yatışmıştır. Odysseus, Peseidon’un oğlu dev Tepegözü kör etmiştir; Peseidon bunun intikamını alacaktır elbet. Odysseus her türlü acı ile sınanıyor; güçlü bedeni, kurnaz ve akıllı ruhu ölümcül savaşlardan Athena’nın da yardımı ile sağ çıkmayı başarıyor.

Odysseus’un Truva Savaşı ve ondan sonraki denizlerde olan kahramanlıkları yirminci yılını doldurunca Athena’nın desteği ile ülkesine dönmüştür. Son bir savaş onu bekliyor; güzel karısına evlenmek amacı ile gelen talipleri yıllardır sarayında ve onun yiyecekleri, hayvanları ile besleniyorlardır. Neredeyse zengin ve akıllı Odysseus’un bıraktığı tüm servetini bitirecek kadar büyük iştah ile tüketiyorlar ve güzel, akıllı Penelopeia’nın içlerinden birisini seçerek evlenmesini istiyorlardı.

 Gök gözle Athena’nın yardımı ile Odysseus dilenci kılığına girdi. Kendi evine güzel karısı Penelopeia’nın karşısına bir dilenci gibi çıktı. Gururlu ve çok yemekten semirmiş talipleri dilenci kılığına girmiş Odysseus ile eğlendiler, ona küçük düşürücü sözler söylediler.

 Odysseus’un dilenci kılığına girdiğini bilen oğlu Telemakhos ve tanrısal çobanı Eumaios yardım için hazırdılar. Truva’ya savaşmak için giden Odyesseus ve yoldaşlarının yokluğunu fırsat bilen taliplerin cezaları ölümcül olacaktı. Kaderlerinde kurtuluş yoktu.

 Odyyseus’dan başka hiç kimsenin kullanamadığı büyük ve sert yayını eline alan Odyyseus şımarık, gururlu taliplerden Antinoos’a ilk oku fırlattı. Güçlü ve akıllı Odyyseus’un ser yayı ile gönderdiği ok Antinoos’u boynundan vurdu. Dört yıldır Odyyseus’un sarayında beslenen ve yan gelip yatan gururlu Antinoos oracıkta öldü.

 Odyyseus seslendi onlara; “ Köpekler! Hiçbiriniz Truvalıların ülkesinden evime sağ salim döneceğime ihtimal vermediniz demek! Bu yüzden malımı mülkümü yemeye başladınız. Hizmetçilerim ve diğer kadınlarla zorla yattınız, ben daha sağ iken kalkıp karımın nikâhını istediniz! Şimdi hepiniz için dehşet saati gelip çattı işte!”

 İkinci ok taliplerden Eurymakhos’u ciğerinden vurdu. Bunu gören Amphinomos atıldı Odysseus’un üzerine. Fakat arkadan Odysseus’un oğlu Telemokhos iki omzunun arasından vurdu onu. Mızrak göğsünün içinden geçti.

 Akıllı ve güçlü Odyyseus oğlu ve gök gözlü tanrıça Athena’nın yardımları ile taliplerin hepsini öldürdü. Büyük salon kan gölüne dönmüştü. Evine musallat olan kötülüklerin hepsinin cezasını ölümsüz Tanrıça’nın yardımı ile verdi. Çok sevdiği ve onu bekleyen karısı Penelopeia’ya kavuştu.

 Yirmi yıllık yolculuk olarca ölüm-kalım savaşı ile kendi ülkesinde ve ailesine en yakın dostlarına kavuşma ile son bulmuştu. Odyyeseus’un talipleri öldürmesi İthake’de de büyük bir yankı uyandırdı. Taliplerin yakınları ayaklanıp Odyyeseus’un sarayına geldiler. Onların da tek isteği Odyyeseus’u ortadan kaldırmaktı.

 Odyyeseus’un sarayının önünde toplanan büyük kalabalık da savaş istiyordu. Odysseus ve çevresindekiler dört kişiydiler; Dolios’un oğlu Laertes (Odysseus’un babası) ile Dolios da onlarla birlikteydiler. Silahlarını kuşandılar silahlarını;

 Saçlarına ak düşmüş olsa da savaşmak zorundaydılar. Görkemli tuncu bedenlerine kuşandıktan sonra hemen kapıları açıp Odyyseus’un ardından dışarı çıktılar. Zeus’un kızı Athena, Mentor (Odyyseus’un en yakın dostu) kılığında yanlarına geldi. Çok çekmiş Odyyseus Mentor’u görünce sevindi. Hemen sevgili oğul Telemakhos’a dedi ki; “ Telemakhos bugün sende savaşacak, göreceksin iyi erlerin savaşının nasıl olduğunu. Haydi, utandırma babanın soyunu.”

Odyyseus’un babası Laertes sevindi ve dedi ki; “ Bu ne mutlu gündün benim için sevgili tanrılar! Oğlum, torunum yiğitlikle mücadele ediyor.”

 Odyyeseus Zeus babaya ve onun kızı Athena’ya dua ettikten sonra evinin önüne gelmiş savaş çığlıkları atan büyük topluluğa fırlattı mızrağını. Eupheitos’u tunç miğferinin kenarından vurdu; ancak miğfer mızrağa engel olamadı, tunç içeri girdi, Eupheitos da bütün ağırlığı ile yere düştü. Üzerindeki silahlar büyük gürültü çıkardı. Odyyeseus ile görkemli oğlu ön saflardakilerin üzerlerine saldırıp, kılıçlarıyla ve çift taraflı mızraklarıyla savaşmaya başladılar.

O sırada Zeus’un kızı Athena yüksek sesle haykırıp bütün halkı durdurmasaydı, hepsi yok olup gidecekti.

“ Son verin artık bu savaşa İthakeliler; daha fazla kan dökmeden ayrılın!” Athena böyle söyleyince diğerlerini sarı bir korku sardı. Korkudan ellerinden kaydı silahları. Canlarını kurtarmak için tabana kuvvet kente doğru kaçmaya başladılar.

Çok çekmiş tanrısal Odysseus korkunç bir çığlık attı, yükseklerden uçan bir kartal gibi ileri atıldı. Gök gözlü Athena Odysseus’a dedi ki;

“Ey Laertes’in oğlu, soylu, hünerli Odysseus, öfkeni tut ve son ver herkese kötülük getiren savaşa, her şeyi gören Kronos’un oğlu Zeus da öfkelenmesin sana.”

Athena böyle söyledi, o da ikna oldu ve sevindi, daha sonra Athena her iki tarafa da sadakat ve barış yemini ettirdi.

 Bir destan daha bitti; sona erdi. Bu destandan sonra kim bilir kaç milyon kez destanlar yazıldı, milyonlarca insanlar soylu savaşlar uğruna öldürüldü. Şimdi büyük tanrı Zeus ortalarda görünmüyor. Akıllı ve hünerli kızı tanrıça Athena’da yok! Peki, ama bu sefer savaşlara kim dur diyecek; “yeter artık bu kadar kan döküldü; yeter!” kim diyecek? Sadakat ve barış yeminleri tekrar savaşmak bozuluyor; insanlığın kaderinde bu yazılı olmalı…

Güven Serin



















2 yorum:

Selma Er dedi ki...

“yeter artık bu kadar kan döküldü; yeter!” diye biz diyeceğiz.TC.Vatandaşları olarak birlik olacağız,elele-gönül gönüle-omuz omuza olacağız.Bu Vatana,bu Bayrağa,Atatürk ilkelerine,Cumhuriyetimize sahip çıkacağız.

GÜVEN SERİN dedi ki...

"yeter ardık bu kadar kan, yeter artık bu kadar cehalet!" Aydınlığa 1950'li yılların başında dur dediler; yollar yaparak, binaları yükselterek Amerikan yardımlarına onurlu insanları laştırarak. Bugün yalvarmak, yakarmak, zavallı rollerine bürünmek neredeyse bu halkın yaşam anlayışına 360 derece zıtken, bizim kültürümüzmüş gibi bize ait bir hücre gibi sarılıyor bedenimize;ne hazin...

Her türlü felaket kabul edilir bu siyasi anlayış kültürüne; her türlü doğal felaket; sancılı bir doğum gibi kendi özürlü çocuğunu doğuruyor. Çünkü esas öz, esas nedenler anlaşılmak yerine, ben verdim sen verdi, o vermedi yaşırışı içine korkunç bir çığlık atıyor. Ya devlet, eses görevi yapması gereken devlet ve devletin önderliğindeki kurumlar değilmidir?

Gerektiği zaman gurur abidesi olan soylu siyasetçiler vatandaşından her olayda para toplama, isteme alışkanlığı ne büyük bir acıdır. Zaten vergiler, özel işlem vergileri bunun için vardır...

Şimdi ağlama, ağıt yakıp karalar bağalama zamanı; çünkü renkleri sevmiyor bu güzel değerli yöneticiler. Cumhuriyetin muhteşem renkleri 88 yıldır göz alıyordu, müzikleri, tiyatroları, okulları"köy enstitüleri" birilerini rahatsız ediyordu zaten. Ağır ağır susturma, güçsüz hale getirim imana sokma zamanı; şimdi bu zaman...