21 Temmuz 2011 Perşembe

YIL 1341, RAKIM 2365 M

Kamera; Güven Antalya Tahtalı Dağı Tepeleri

Kamera; Güven  Antalya
Teleferik ağır ağır süzüldü dağların tepeleri
üzerinden. Sanki yaşamın yılları da ağır
ağır süzülüyordu; geçmiş ile gelecek arasındaki
çizgiye doğru...


Kamera; Güven Tahtalı Dağları
Dağları gizemli yapan yükseltilerin
derin uçurumlarıdır. Saklı vadiler, gizemli
uçurumlar; insanın içindeki ulaşılmazlıkla
dengelenmeye çalışırlar...


Kamera; Güven Tahtalı Dağları Zirvesi; 2365 m.
Sıfır rakımlı yerin üstümüze çöken ağırlığı
2365 metrede göklere yükseliyor. İnsanlaşmanın
ne kadar kolay olabileceğini de çok
kolay unutacağımız hissedişlerde farkına
varıyoruz;kuş gibi baktığınız tepede.


Kamera; Güven 
Yıl 1341, rakım 2365 m
Zirvenin tadını, keyfini çıkaranlar vardı;
kahvesini, çayını ve birasını yudumlayarak.
Tıpkı düşlerimi,erişilmezlere uzanmak
isteyen ben gibi...

YIL 1341, RAKIM,2365



 Yıl 1341 sebep oldu şeytan bir cana kıydı/Katil defterine adımı yazdı/Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz, der yanık sesli sanatçı. Der de dinleyenler nasıl dinler; nasıl çözümler…

 Yıl 2011 rakım 2365 metre Tahtalı Dağları zirvesinden bakmak; güne, haftaya ve aylara… Bulutlar dağılır gibi olur ve dağılırken diğer bulutlar sarar etrafınızı. Baş döndürücü yüksekliğin gizemidir zirvenin beyaz ve heybetli bulutlarla örtülmesi. Masalımsı bir görüntünün içinden gerçeğin ta kendisi olarak, et ve kemik ve kandan oluşmuş bedeniniz, ruhunuza teslim olmuş ve ağırlıksızmış gibi gelir o an size.

 Ben de öyle yaptım; Tahtalı Dağının zirvesinden 2365 metreden, güne, haftaya ve aylara baktım. Yetinmeyip yıllara da dokundum. Akdeniz’e oldukça yakın olan Tahtalı Dağları, inanılmaz bir yükselti ile dört mevsimi yaşatacak kadar medeniyete yakın bir yerde; Antalya, Kemer yakınlarında yine teknolojinin, insan zekâsının insanlığa sunduğu bir hizmetle, teleferik ile on dakikada zirveye erişiliyor.

 Gavur icadı ve son derece güvenli, bakımlı teleferik çalıştığında, ağır ağır göğe yükselmeye başladığınızda, devasa çamların, sedirlerin ve kayaların yükseldikçe küçüldüklerini gördüm. Uçurumlar, birbirine dokunacak kadar yakınmış gibi insanlığının tüm günahlarını, çirkinliklerini yutmak için ağızlarını açmış öylesine bekliyorlar. Yeşilin, kayalıkların, ağacın ve derin uçurumların krallığıydı sanki gördüğüm manzaralar.

 İki gün önce 9500 metreden uçakla süzülürken, iki gün sonra teleferikle yükseldik tahtalı dağının zirvesine. On dakika önce rakımın 10–20 olduğu yerde güneş çılgın bir sıcaklık sunarken, on dakika sonra 2365 metrede titremenin ayıp olduğu, incecik bir palto hayali kurduğum zirvedeydim. Zirve, antik kentlerin efsanelerinden yükselen bulutlarla çevriliydi. Ama ara sıra açılan bulutlardan aşağılara süzülen gözleriniz; sayılamayacak kadar ağacı, tepeyi ve uçurumları görüyor.

 Ormanın, dağların, günahların, sevapların başladığı ve belki de bittiği yer burası. 2365 metrenin sımsıcak yaz gününde insanı serin nefesi ile arınmaya davet ettiği, masalımsı bulutları ve esintisi ile içinizin titrediği yer. Titreme, havadan mı, yükseltinin rüzgârından mı, yoksa arınmanın günahları kustuğundan mı tam bilinmez!

 Yıl 1341 sebep oldu şeytan bir cana kıydı. Yıl 2011, teknolojinin sınırsızlığı insanı değişimin kabullenişine zorluyor. Gök ve yer, çok büyük kargaşalara, talanlara ve insanın kirli ruhu ile sebep olunan savaşlara tanıklık ediyor. Yüz yıl önce o dönemin insanlarına, yüz yıl sonra yaşanan bu gelişmeler anlatılmaya kalkılsaydı bir ömür yetmeyecek kadar zorlanırdır.

 Gökler de, denizler de bilinmezliklerini, gizemlerini ve aşklarını insanlığın emrine sunuyor. Bu sunum, gönülden bir sunun değil elbet! Karalardaki savaş, büyük ustaların elinde ve sürekli kurbanlarını sunak taşlarına yatırıp, kanlarını şarap niyetine içiyorlar.

Yıl 2011 ve ben 2365 metrede tahtalı dağlarının zirvesindeyim. Baş döndürücü uçurumların hemen üstünde, bulutların insanlığın tepesinde dans ettiği, çam ve sedirlerin yaban keçileri ile şarkı söylediği rüzgârlı tepede.

 2365 metrede, rakımın 10 metre olduğu şehrimi düşündüm. Meriç nehrinin temiz ve coşkulu aktığı çocukluk yıllarımı, lanetli çeltik tarlalarına teslim olmamış bereketli İpsala ovasını, ayçiçeklerini, altın sarısı buğdayları-arpaları, mısırları düşledim. Çocukluğumuzun yokluk zamanlarının, bin bir hileyle teslim olmadığı akrabalık ilişkilerini, komşuluk birlikteliklerini uygarlığın hiçbir yerine koyamadığım gerçeği de tahtalı dağının zirvesine yatırdım.

 Kurban törenlerine bıkmamış usta oyuncular gibi kendi barış törenimi, nefes alıp, yaşam içinde yaşamıma katkı yapacak, beden ve ruh sağlığımı kösteklendiğim zaman destekleyecek enerjimi çektim içe; ta, derinlere doğru…

 2500–3000 yıl önce şehirleşmiş, sanatı, ticareti, felsefeyi, ilimi anlamış uygarlıkların birden yok oluşlarını; huzur için, birbirlerini yiyerek beslenişlerini, hâla susmamış iniltileri, ilenmeleri dinledim. Bugün de insanın en bol olduğu, tıbbın insan ömrünü uzatmaya çalışırken, insan ömrünü kısaltan oyuncuların muhteşem görüntülerini, parfüm kokularını ve insanlık adına davet ettikleri mekânlarda bizleri nasıl yok ettiklerini de anlamaya çalışıp, zirvenin büyüleyici, sersemletici zirvesinde anlayamadım!

 Yıl 1341 sebep oldu şeytan bir cana kıydı. Katil defterine adımı yazdı. Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz, der yanık sesli sanatçı. Yıl 2011 göğe yükselen tahtalı dağının zirvesi 2365 metrede; insanlığın koştura koştura teknolojinin kucağına atıldığı bu zamanda gülümsemelerin, soygunların, iflasların, icraların ve insanların donlarına kadar soyulduklarının gerçeğini ne rakımın sıfır, ne de 2365 olduğu serin, bulutlu zirvesinde de boş ile dolu arasında bir yere koyamadım…

Güven Serin

Hiç yorum yok: