22 Haziran 2011 Çarşamba

DİLENCİNİN GÖZYAŞLARI

Kamera: Aziz Bey Agora Antik Kenti
Çeşmenin gözyaşları kim bilir kaç zamandır; toprağı,insanı
ve insanlığı yıkıyordur...

Kamera; Güven      İzmir-Konak
Bir gün daha süzülüyor geceye doğru. Ne gece, ne de
gündüz bu süzülüşlerden, içiçe geçişlerden rahatsız...

İzmir-Konak Agora Meyhanesi
Burası Agora Meyhanesi
Burda yaşar aşkların en divanesi,
en şahnesi...
Bu gece,benim gecem, bu gece
benim gecem...
Cama vuran her damlada seni
hatırlıyorum...

Kamera; Güven   İzmir-Konak
Hoşçakal meyhaneci! Gözyaşları
buhar oldu,uçtu gitti sanma.
Bu kalp, bu kanı pompaladığı
sürece,damarlara yayılan yaşamda;
el salladığım, el sıktığım,gönül
bıraktığım her canlı duruyor
ve yaşıyor...

Kamera; Aziz Bey  -Çeşme
Dilencinin gözyaşları olur da gezginin
gözyaşları niyetine yazıları,notları
olmaz mı? Olur elbet,her canlının
sıradan,özel,gizemli hikayeleri
olduğu gibi onun da olur...

DİLENCİNİN GÖZYAŞLARI



 Dilenci de ağlar mı demeyin; o da insan, o da duyguları milyarlarca hücre tarafından oluşturulmuş bir canlı. Kurnaz, kurnaz sırıtışınızı görür gibiyim; dilicinin gözyaşları, yeni bir taktiktir, diyorsunuz; hem de büyük bir koronun çok sesliliğiyle.

 Dilencinin yeni bir taktiğimidir yoksa gerçekten de insani gözyaşları mıdır bilinmez ama dilenci ağlıyordu. Sizin, benim gözyaşlarımız gibi, tuzlu sıvılar önce göz kapaklarında doğup, iki metrelik şelaleden aşağıya süzülüyordu. Benim inancım; dilencinin gerçekten de ağladığıydı. Bu seferki ticari bir şark kurnazlığı, binlerce yıllık dilenci kültürünün özel bir oyunu değildi.

 Niçin ağlıyorsun, dediğimde; “ ben ağlamayayım da kimler ağlasın.” Diye ağlamaklı ve titreyen ses tonu ile cevapladı beni. Hayırdır, bugünkü hâsılat iyi değil mi? İşlerin rast gitmedi mi? Yoksa sıcakların birden üzerimize çullanması yüzünden insanların hayır işlerini askıya aldığı bir gün mü geçirdin?

Dilenci yüzüme baktı ve bendeki samimiyeti ondaki gözyaşları ile bir sayıp;

Hayır, hiçbiri değil! Benim ona sorduklarımın hiçbirisi ağlama nedeni değilmiş. Peki, doğrusu nedir; sen söyle, deyince dilenci gayet sakin ve inandırıcı bir ses tonuyla:

“ben kendi derdimden çok sizlerin derdine ağlıyorum arkadaş!”

Heyhat… Ne günlere kaldık; dilencilerimiz artık; bizler için ağlıyor; heyhat…

 Sakin bir ağlamaydı dilencinin ağlaması. Sanki dedelerimizin meyhane kültürü gibi; sindire, sindire ağlıyordu; dedelerimizin rakıyı, muhabbeti sindire, sindire içtikleri gibi… Fakat görünen o ki, dilencinin ağlama nedenini öğrenmeden de hiçbir yere gitmeyeceğim; diye kendi kendime söz verdim.

 Benim meraklandığımı ve gerçekten de dilencinin ağlamasına ortak olacağımı anlamış almalı ki, daha ben sormadan; “ otur şöyle evlat; otur da ağlama nedenimi anla.” Diyerek, dilencinin sazı da sözü de, bilinen dualar, yalvarışlar olmaktan çıkıp konuşmaya başladı.

 Bu meslekte; yani dilencilikte neredeyse bir ömür tükettim. Bu meslek bizlere annemden, anneme de büyük annemden kaldı. Yani, bu iş, insanlarla olan hayır-dua işleri; bizim geçim kaynağımızdır. Bu durumda bizim hayır –dua karşılığında yaşamımız için para kazandığımız insanların yüzleri gülmüyor. Artık, insanların; yani müşterilerimizin dualara, hayırlara eskisi gibi önem vermeyişleri ve tanıdığımız, çok ekmeğini yediğimiz bir sürü müşterimizin de artık acınacak durumda oluşu; bizleri düşündürmeye, düşündürdüğü gibi bizi yaşatan, yıllarca karnımızı doyurmakta bizlere destek olan insanlar için elimizden gelen en önemli şey; hayır-duaların da yetmediğini gördük. Ve bu yetmeyişleri de gözyaşları ile dengelemeye çalışıyorum.”

Ne güzel… Peki, bu dengelenme işi; yani gözyaşı yeterli olacak mı? Umarım…

 Sanırım, ülke insanımızın insanlığa yürüyüşünde; ne dilencilerin gözyaşları yeterli olacak, ne de eve, işsiz gelen, işini kaybetmiş, onuru ezilmiş babaların masum yüzlü çocukların duaları kurtaracak bu dramın yaşanışını…

 Her dönem, kendi acılı veya mutlu toplumunu yaratır ve bu toplum da kendi sanatını, felsefesini, ilmini oluşturup; derin çentiklerle kazır. Geçmişe indiğimiz zaman, tarihe biraz nezaketle yaklaştığımızda yıkılan nice uygarlığın toprak altında inleyerek veya zafer çığlıkları atarak yattığına tanık olabilirsiniz.

 Bütün zaferlerde olduğu gibi bütün kaybedişlerde de toplumlarda değişme başlar. Birisi ganimetin getirisini adaletsizlik ile yüceltmeye başlarken, diğeri ise, kaybedişin tamamlayıcısını yara sararak, yardımlaşmaları yücelterek tamamlamaya çalışırlar…

Dilenci, usul, usul ağlıyordu. Konuştukça da sağanak yağmur gibi akan yaşları dinmedi. Gerçekten de bizim için, uygarlığa koşan, yollarımızı araçlarla, evlerimizi tıka basa eşyalarla doldurmuş insanlık için ağlıyordu.

 Dilenci bir şey daha söyledi. Annelerinden dinlediği kadarıyla; bugünkü iktidarın yerle bir ettiği, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında yokluk varmış ama insanlık da varmış, gülümsemeler de, mizah da varmış… Her evin kileri, kendince dolu, her evin de birkaç ay misafir ağırlayacak durumu varmış…

 Dilenciye sordum; bu işin sonu ne olacak? Dilenci ağlayan gözlerini, siyah bakışlı merhameti ile tamamladı ve “ bu işin sonu daha çok kurbanlar verilecek dostum; ancak insanlar, kendi kurtarıcılarının kendilerinin olduğunu anladıkları ve kendi kendilerine yetmenin ne kadar onurlu ve saygın olduğunu düşünmeye başladıkları zaman çözüm gelecek.” Diye cümlesini bitirdi ve yinede ümitlerinin tamamını tüketmeden ağır, ağır evinin yolunu tuttu…

Bir dilenci değil, sanki bir kâin ile konuşmuştum… Şokta; şaşırmış durumdaydım… Hâla da şaşırmışlığım devam ediyor; dilenci bizim, biz insanların insanlık çığlıkları içinde her geçen gün mutsuzluğa gömüldükleri için ağlıyordu; heyhat…

Güven Serin




4 yorum:

anne kaleminden dedi ki...

dilencilerin de hayata böyle felsefi bir yaklaşımla baktıklarını hiç düşünmemiştim. sanırım biraz önyargılıyım onlara karşı... demek artık dualara eskisi kadar önem verilmediği için ağlıyormuş...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhabayın... Sanırım anın en durgun en çılgın zamanını yaşıyoruz. Dilenciler felsefe yapmaya başladı.:)) Filozoflarımız,santaçımız ve sanatımız suskun... Hâla 60'lı,70'li yılların şarkıları özleniyor ve tartışılıyor; bugünün şarkıları niye kalıcı olmuyor diye... Soylu ticaret... Soylu uygarlık; bir türlü anlaşılamadan nereden yükselecek,nereden beslenecek diye...

Adsız dedi ki...

Şaka gibi..Bu kendini geliştirmiş dilenci onr denilen duygularınıda geliştirseydi keşke bizim halimize ağlıyana kadar el açan ellerinin haline ağlasaydı..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Ege. Ne desek bilmem ki:)) Her insanın bir duygulanma hali var; belki de durumu kaldıramayıp biraz daha insanlaşma arayışıdır gözyaşlarındaki süzülüşler; kim bilir...