Kamera; Güven - HIERAPOLIS-DENİZLİ
Korku hep vardı; 1700 yıl önce de... Ama, sanat
mimari de hep vardı... Şimdi olduğu gibi; sanat,mimari
korkunun ve ticaretin içine gizlenmiş olarak var...
KORKUYU FETHETMEK
“Size söz veriyorum; korkuyu fethettikten sonra ölümü fethedeceksiniz. “ Büyük İskender Perslerle girdiği savaşta, askerlerine böyle sesleniyordu… Yedi yıldan fazla savaş yapmış, kıtadan kıtaya akmış Büyük İskender; elliden fazla savaş gören ordusunun cesaretini, bıkkınlığını, doygunluğunu bekli de son bir kez canlandırmak istiyordu.
Yaşamının on beş yıllık kısmına imkânsız gibi görünen yolculukları ve savaşları sığdıran Büyük İskender, ölmeseydi durmadan yol alacak gibiydi. Bilinen kara parçalarını bilmek, o bilinenden öte gitmekti onun amacı. Yenilmez gibi görünen Pers Devletini yenmiş, kılıcındaki kan hiç kurumamış ve belki de ölümü gördüğü anları saymaya kalksa sayamayacağı kadar çok dehşetler ile birlikte tarihe; ölümsüzler kitabına kocaman bir çentik atarak ayrılmıştır bu dünyadan. Çok genç; daha 32 yaşında, o hızlı, o coşkulu ve aynı zamanda korkulu hayata veda etmiştir. Daha ölmeden yedi yılda kurduğu devasa İmparatorluğu dörde bölünmüştür. Sonra, kim bilir kaça bölündü? …
Günümüzden 2350 yıl önce fethetmek, korkularla başa çıkmak ve gözü kara olmak; çok önemli bir kahramanlık sayılırdı. Ele, bulunduğun konum; kral gibi bir yerse; artık, korkuların efendisi olmak zorundasınız.
Bugüne baktığımızda da çok şeyin değişmediğini anlıyorum. Bazen tarihin içine girip Antik Yunan ve Roma dönemine gitmek istediğim oluyor. Eski Mısır Uygarlığını, nefes alışını, günlük çalışma hayatlarını, yemeklerini, savaşlarını yakından ve üç boyutlu görmeyi çok isterdim. Bu isteğimizi çaresiz olarak tarihin sayfalarında doyurmaya çalışıyoruz.
Görünen o ki, gelişmenin en iyi olduğu uygarlıkların en güzel mimariyi, felsefeyi, sanatı ürettikleri zamanda bile en önemli olaylar; savaşlar olmuş. Hiçbir uygarlığın yok sayamayacağı savaşlar… Siz, istediğiniz kadar muhteşem bir medeniyet kurun. Bu kuruluş, bu güzellik ve muhteşemlik; gölgede ve karanlıkta kalan diğer tüm uygarlıkları harekete geçiriyor. 2350 yılın muhteşem Babili Büyük İskender tarafından ele geçirilmiştir. Muhteşem Truva’yı Yunanlılar ele geçirip yerle bir etmiştir. Yüzlerce uygarlığın diş bilediği Bizans’ı da Osmanlılar ele geçirip, bugüne taşımıştır…
2350 yılın en iyi yetişmiş, en büyük kahramanları da daha çok zenginleşmek, daha fazla toprak ve su için öldürüyordu. O zaman da köle ticareti muhteşem boyutlarda yapılıyordu. Yaşadığımız ülkemizin topraklarının dilinden iyi anlayıp, onları duyacak özel kulaklarımız olsaydı; şaşkınlığımız, bönlüğümüz korkunç ve dayanılmaz bir hal alırdı.
O günden bugüne neler değişti? Bu kadar ölüm ve kan ve yerinden-yurdundan edilen insanlar; aranası insanlığa ne kadar yaklaştı? İnanılmaz pırıltılı ve gökdelenli şehirler, yaşam standartlarının konfora yönelik şah şahlı artışları; eski çağların barbarlığından, Tiranlığından ne kadar daha insani? Sorarım ne kadar daha insani bir ruhun vicdanlı ve adaletli bedenlerine sahip olduk? Gelinen nokta koskoca bir hiçten öte değildir…
Bugünün muhteşem Amerika Birleşik Devletlerine diş bileyen yüzlerce ülke var. Aynı geçmişte, Bizans’a, Roma’ya, Mısır’a, Perslere, Truvalılara, Osmanlılara diş bileyenler olduğu gibi. Büyük ve muhteşem ülkelerin yıkılışı da aynı muhteşemlikle olur…
Okyanus ötesi bize çok uzak sayılan ABD, aslında içimize öyle bir sokulmuş ki, hangimizin kalbi ne şekilde atıyor; hangimiz hasta veya sağlıklı onları bile biliyor olmalılar…
Muhteşem Uygarlıkların komutanları, kralları da muhteşem işler çıkarmışlar. Elbette onlardan zenginlik, toprak, kahramanlık isteyen halkları adına yapmışlardır bu işleri. Ama bir komutan, bir kral yıllarca savaşmayı, her an ölümle yüz yüze olup, öldürmesen ölürsün felsefesini taşımayı sadece halkı için seçmiş olabilir mi? Sanmıyorum. Hiçbir zahmet, hiçbir ölüm ve öldürme düşüncesi o insanın içinde yeşermediyse, bir başka insanların kıymetli alkışları için yapılmaz.
Bizim muhteşem iktidarımız AKP yöneticileri de Büyük İskender’in yedi yılda almış olduğu toprakları, köleleri, hazineleri alamadılar ama, yedi yılda dünyayı yetmiş yedi kez dolanacak kadar başka ülkeleri ziyaret ettiler. 2350 yıl önce Büyük İskender ve ordusu at sırtında yirmi bin kilo metreye yakın yol aldılar. Elli savaşın içine girip galip ayrılmayı başardılar.
Halen ülkemizin kurtarıcı politikacıları olarak halkımızın takdir edip en büyük parti yaptığı AKP ve yöneticileri eski uygarlıkların komutanları, kralları gibi büyük daha büyük heyecanlara kapılıp önce Türkiye, sona tüm dünyayı fethetmek isteyebilirler mi acaba? Görünen o ki, başbakanımız ve bakanlarımız; ulaşacakları zirvenin en üst noktasında korkusuzca kılıç sallıyorlar. Büyük İskender elliden fazla savaş yapmış olabilir ama iktidarımız da elliden fazla özelleştirme yaptı. Ortalık özelleştirme ile zengin işsizlerle dolu… Ne hazin…
Korkuyu, korkutmayı fethetmeyi çoktan başarmış iktidarımız, ne sanatı, ne sanatçıyı nezaketin onurlu takdiri ile onurlandırıyor. İstediği kesimi en üste taşır, en konforlu yaşam hakkını hediye ederlerken, hep istemedikleri bir kesim var; hani, heykele, tiyatroya, sinemaya, resme düşkün o topluluklar; su kenarlarında yaşadıkları için; bir türlü sevilesi, sayılası hak edişlerin hakkına sahip olamıyorlar…
İçimdeki ses; hiçbir uygarlığın, krallığın, iktidarın ulaşamayacağı evreni hatırlatıyor bana. Uçsuz bucaksız kozmos; her akşam ışıklarını bize yollayan zarif yıldızlar; bizim ne kadar küçük ve korumasız ve aynı zamanda savaşlara muhtaç olduğumuzu da anlatıyor. Daha gelişmemiş, eski ile yeninin ayrışımını tamamlamamış; kendi yarattığımız tapınaklar içinde sürekli tapınak yaratma peşinde olan insanlık; daha, savaşa ve kana doymadı; o yüzden, aç ve çılgın insanlığın o muhteşem narları içinden sıyrılıp daha fazla kitap, sinema, tiyatro, gezi haykırışını yapıyorum…
Ne için? Elbette, daha fazla seçenek ve can için… Öldükçe, dirilmek, parçalandıkça daha çoğalmak için…
Sanki kozmosun derinliklerinden 2350 yıl öncesinin Büyük İskender’i omuzlarına kadar düşen sarı saçları ve siyah atının üzerindeki dimdik duruşu ile seslendi bana; Ben, Tiran (Acımasız, Gaddar, Zorba) değilim; diye avazı çıktığı kadar seslendi…
Acaba, bugünün yöneticileri yumuşak ve bol kokulu yataklarına girip kendi soylu vicdanları ile baş başa kalınca aynı seslenişi yapabilirler mi? Merak ediyorum…
Güven