Kamera; Güven - Ürgüp
Muhteşem... Beden ruhu, ruh bedeni sınayabileceği
bir yer. İkisini de bir arada tutmak çok zor.
Koyveriyorsunuz kendinizi; tabiat ve insan eliyle yapılmış
ve içinde binlerce anı,acı,sevinç barındırmış
kayalıkların arasına... Keçilerin bile çıkmak
istemeyeceği yere çıkıp, buraya nasıl çıktım,
türküsünü söylüyorsunuz... :))
Kamera; Güven - Ürgüp
Destansı bir güzelik. Mitoloji içine tam merkezine
dave ediyor insanı. Lütfen diyor, lütfen
gel, buyur sende katıl bize...
ANLAMAYA ÇALIŞMAK
Neyi mi? Dönekleri elbet! Dönme dolabın dönmesini eğlence adına anlarsınız. Dünyanın dönmesini yaşam adına anlarsınız. İnsanın değişimini, güncellenmesini tabiat adına anlarsınız da dün sol, bugün sağ, dün soğuk, bugün sıcak ve kendi etrafında bir cambaz gibi dönen dönekleri pek anlayamayız…
İnsanın sosyal hayattaki yerini olaylar karşısındaki duruşu, aldığı önlemler, yaptığı işler belirler. Her şey güllük gülistanlıkken hemen herkes şirin ve bilge görünür insana. Birden hava kararmaya, rüzgâr esmeye ve soğuğun buz gibi keskinliği vurmaya başladı mı bedene; o,işte duruşu, inanışı ve cesareti ile bilgisi olan insan çıkar ortaya. Veya ortada zannedilen insan; ortanın kenarına başka bir köşesine kaçmıştır ardına bile bakmadan…
Sıradan halkın içinde yaşayan insanlar bile dönekliğin bedelini dışlanarak öderler. Ele bir de kendinden çok şey beklenen, sevilen bir yazar, şair, besteci, şarkıcı, siyasetçi iseniz beklentiler kayıplara tahammül gösteremeyecek kadar yüksektir.
Bir bedenin resmini, fotoğrafını herkes çektirir veya yaptırır ama beden ile ruhun bir oluşunu, ses ve renk getirişini çok az insan yaptırabilir. İşte bu yüzdendir Voltaire öldüğündü cenazesini uğurlayan yüz bin insanın toplanması. Bu yüzdendir Barış Manço öldüğünde her yaştan, her inançtan insanların ağlaması. Bu yüzdendir Mustafa Kemal’in hâla kahraman bir ölümsüzmüş gibi sığınılan olması; bu yüzdendir hâla yaşayan bir canlı gibi korkmaları…
Dönekliğin eğlenceli ve kârlı tarafları da vardır elbet! Yaşarken köşklere, kör bir iktidarın geçici korumasına sahip olursunuz. Zırhlı araçlarda gezen ölümsüzmüşçesine güç gösterisi yapan insanların yalan iltifatlarına ve gülücüklerine de şahit olur; dönekliğin kahramanı sanılan insan.
Norveç edebiyatında çok önemli bir yere sahip olmuş Knut Hamsun, Türkçeye Açlık, Pan, Dünya Nimetleri, İnsanın Dayanma Direnme Gücü gibi kitapları da çevrilmiştir. Hamsun 1920 yılında Nobel Ödülü ile onurlandırılmıştır. O zamanlar Norveçlilerin öğündükleri, en tenha köşelerde bile okunan bir yazardı. Norveçlilerin ışığı, yol göstericisi olmuştur. Ne zamana kadar? 1940 yılına kadar. Neredeyse her Norveçlinin evinde kitapları bulunan Hamsun İkinci Dünya Savaşında Nazileri açıkça desteklemiş, aldığı Nobel Barış Ödülünü bile Nazilere adamıştır.
Savaş bitince toz-duman durulunca Naziler ve Hamsun yargılanmış, Hamsun’un hasta olduğuna tedaviye ihtiyacı olduğu anlaşılmıştır. 1940’tan sonra Hamsun’a inanmış Norveç halkı Hamsun’un tüm kitaplarını raflardan indirip Hamsun’un evinin önüne yığmıştır. Batılı ve gelişmiş ülkelerde döneklik çok önemli bir cezaya çarptırılır.
Bizim ülkemizde batılı olma ile doğulu olma arasındaki kendi savaşını veriyor. 1920’lerden beri veriyor. Aslında akılcı yoldan yaklaşılırsa ne doğulu olmanın, ne güneyli, ne batılı olmanın zararı vardır. İnsan bulunduğu yeri akıl ile onurlu ve yaşanacak hale getirir. Bugünün doğusu geçmişin güzel iz bırakan uygarlıklarına da ev sahipliği yapmamış mıdır?
Dönekliğin bedelini ödeyen sanatçılardan birisi de Ahmet Kayadır. Sesi, yorumu muhteşemdir. Fakat duruşu, otuz yıl içerisinde bir sola, bir sağa, bir PKK idealizmine kaymıştır. Ahmet Kaya, batılı dinleyicisi sayesinde ünlenmiş, paralar kazanmış ve nedense zengin ve ünlü olunca Kürt olduğunu hatırlayıp PKK’nın dönekliğe kucak açmış oyununa gelmiştir. Hâlbuki ben ve bizim gibi batıda doğmuş yaşayanlar Ahmet Kaya’yı Kürt olarak sevmiştik. Onu Türkiyeli Kürt bir müzisyen kabul etmiştik; o daha bunu vurgulamaktan korkarken…
Bir zamanların Çetin Altan’ı Şeytanın Gör Dediği köşesinden korkusuz yol gösterici sağlam duruşlu yazılar yazmıştır. Ölümlü bedeni ölümlü korkulardan arındırmış halkın kahramanı gibi hareket etmiştir. Bu yüzden Cemal Süreyya halkın kahramanı olmuş; bir zamanların Çetin Altan’ı için;
“ Hayat, coşku ve devinim: Budur Çetin Altan. Atın gökyüzüne çifte atması: ilkyaz ikindisinde gübre kokusunun hiç de kötü olmayışı; manken yürüyüşündeki evrensel, bir bakıma Uzaysal tat; Nazım’ın bir şirindeki gibi, denizde öpüşmek…”
Cemal Süreyya Şeytanın Gör Dediği köşesinde bir halk kahramanı haline dönüşmüş Çetin Altan için yüceltici yazılar, şiirler yazıyordu.
Bir eğitimci gözüyle, Köy Enstitülerinin günahsız olgunlaşması içinde yetişmiş Emin Özdemir Çetin Altan için dönmüşlüğün dönek hatırına yorum yapıyor; “ Acaba, diyorum, Cemal Süreyya, Çetin Altan’ın birkaç yazısını bugün okusaydı böyle yüceltici nitelendirmede bulunur muydu? Hayır, bulunmazdı bana göre, sanatçı onuru izin vermezdi buna.”
Sahi, sanatçı, aydın, siyasetçi onuru nedir? Çok soyut bir kavram gibi görünüyor değil mi? Hâlbuki değil! Çok basit bir duruşun sadece gerçekleri ifade ediş şeklidir; sanatçı, siyasetçi, aydın onuru… Yağma-talan, kayırma, adaletsizlik, namussuzluk varsa; var deyip, bunlar karşısındaki duruşunuzu belli edeceksiniz. Birde sanatçı, siyasetçi, aydın; yarınları okuyabilmektir diye düşünürüm. Hani toz-duman durulunca, kurt izi ile kuzu izinin ayrılmaya başladığında da halkın ve en önemlisi kendinin yüzüne korkmadan bakabilmektir…
Çok önemsediğim, aydın, yol gösterici bir dostum vardı bir zamanlar; o kadar bilgi, o kadar ışıltının içinde demişti ki; “ Güven, ben aynaya bakınca korkutucu bir canlı görüyorum. Sende dene bak görecek, kendinden korkacaksın.” Onu üzmemek için diyemedim; baktım ama kendi doğal saf yüzümden başka bir şey göremedim diye…
Güven
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder