Kamera; Güven
Ürgüp-Kapadokya
Güzel Atların Diyarı...Doğa kendini isyana
zorladığında bağrını aralar ve ateş kusar.
Doğanın kusmukları bile bize harika bir
eğlence olarak geri döner.
İnsan,tabiatın evladıdır. İsyanı hissetitğinde
bağrını aralamalı ve bilgelik kusmalı...
ERKEK GİBİ KADIN
Bir övgü, bir kahramanlık seslenişi olarak yaparız bu seslenişi. Erkek gibi kadın deriz. Güçlü, dayanıklı, mücadeleci ve kahraman! Aslında erkeğe benzetilen kadın, düşsel bir kahramana dönüşür. Kadının kadınlığından öte, analık, erkeklik, kahramanlık yaptığını anlatmak isteriz. Az da olsa : “Erkek gibi kadın” seslenişini kadını küçümsemek için de yaptığımız olur hani!
Bu seslenişi: “ Erkek gibi kadın” deyişini birçok kadına söylesek; bir övgü gibi kabul eder bizi. Sanki erkeğin tamamıyla iyi ve dayanıklı, sanki hiç pes etmeyeceğinin bir deyimi olmuştur bu sesleniş. Belki de kadına övgü yapılırken erkeği de yüceltmeye çalışmıştır seslenmenin sahipleri… Tam tersi, çok nazik, çok kibar ve çok bakımlı bir erkeğe; “ Kadın gibi erkek” desek; birçok erkekten, lanetli bir sövgü duyarız. Sövgüyü bırakın, birçoğu da bizi anamızdan doğduğuna pişman eder.
Neden? Çünkü ona : “ Kadın gibi erkek” dedik. Kadın erkeğe benzetilir ve bundan gurur duyar, ama erkek kadına benzerse, bundan hicap duyar. İşte bu yüzden ana’yı kutsal kabul eden erkek, sevgili için dağları delen erkek; erkekçe seslenişi, övgüyü sever. Erkekçe ölüme gider, erkekçe öldürür, erkek duygular ile göç eder gavur dediği diyarlara. Kendi ülkesinde eğmediği başı eğer, kendi ülkesinde görmediği disiplini görür de erkekçe sessiz kalır…
Çocuk zamanlarımda Hapi lakaplı bir komşumuz vardı. Bir kadındı o! Erkek gibi, erkeğe benzemiş bir kadın. İsmi Hafize idi. Erkek kardeşi ile birlikte yaşarlardı. Anne ve babaları erken yaşta ölmüş, Hafize evin sorumluluğunu, yükünü üstüne almıştı. Doğa bu ailede her şeyi yanlış yapmış, düzenlemiş gibiydi. Hafize yani bizim Hapi’miz, tam bir erkek gösterişi içindeydi. Sesi, seslenişi, hareketleri… Kardeşi Mustafa ise ablasının tam tersi, kadın uysallığı içinde sessiz bir yaşam sürerdi. Ailenin tüm yükü abla Hafize tarafından sağlanıyordu. Yetki de ondaydı, söz hakkı da onda.
Bildiğim ve sonradan daha iyi değerlendirdiğim kadarıyla Hafize ablaya Hapi lakabını veren de mahallenin kadınlarıydı. Çünkü Hafize onlar gibi suskun, onlar gibi sineye çeken ve onlar gibi çoluk-çocuğa karışmamıştı. Üstelik de pantolon giyiyor, saçları da kısaydı. Onu adı Hapi olsun demişler ve özelikle kendi kızlarına ceza amaçlı seslendiklerinde; “ İyice Hapi’ye benzedin, Hapi gibi yapma” derlerdi.
Hapi’nin bir anlamı da yok. Yerel bir lakap, bir sesleniş olmuştu çocukluğumun diyarında. Sonra ne olduysa oldu, gizliden gizliye eleştirilen ve kısır döngünün küçük yerinin nazar dolu bakışları arasından sıyrılmıştı; Hafize ile Mustafa. Göç etmişlerdi, göç edilemeyecek bahçeli, tek katlı evlerinden. Birçok kişi kök salar, bulunduğu yeri sürekli bataklık haline getirirken, yıllarca evlenmemiş, kardeşi ile birlikte erkek gibi yaşama cesareti göstermiş Hafize, bir gün kardeşi Mustafa’yı da alıp gitmiş. Büyük şehre, erkek gibi kadınların bol olduğu diyarlara, daha rahat etmek için gitmişler…
Ne yazık ki bazı kadınlara “erkek gibi kadın” yakıştırması güzel bir övgü-cesaret olarak yapılıyorken, Hafize ablaya bu övgü ne bir kahramanlık, ne bir cesaret amaçlı yapılmıştı. Belki de küçük yerlerin kısır döngüsüne alışmış kadınlar, kendileri gibi giyinmeyen, yaşamayan bu kadına bir ceza olarak; Hapi lakabını vermişlerdi. Sonuçta, Hapi, kendi reformunu yaptı. Bir erkek gibi, kardeşini de yanına aldı ve büyük şehre, daha çok erkek gibi olan kadınların diyarına gitti. Bildiğim kadarıyla orada mutlu bir hayat sürüyorlarmış. Kimse de onlara; ne erkek gibi kadın, ne de kadın gibi erkek demiyormuş…
Artık bizim şehrimizde de erkek gibi kadınlar çoğaldı. Ne giyilen pantolon, ne de kısa saç; erkeliğe dönük bir övgü olarak kabul ediliyor. Erkeğin binlerce yıllık kahramanlık tahtı da sallanmaya başladı artık!
Başarılı ve sevgi dolu olmak için; ne erkek gibi kadın olmak, ne de kadın gibi erkek olmak gerekiyor! Doğanın bize bahşettiği, bizi onurlandırdığı bedenlerimizin hakkını vermek; bizim ruhumuzu da mutlu edecektir. Toplum içinde saygı değer olmak; ne erkeklikten, ne de kadınlıktan geçiyor. Sadece insan olmak ve de insana yakışır faydaları sağlamak, en güzel erkeklik, en güzel kadınlık değil midir?
Gecenin hâkim olduğu akşam saatlerinde limanın kıyısındaki bankta oturuyordum. Müzik çalarımın sesi kulaklarımda ve ben Marmara’yı izliyordum. Bir gemi yanaşıyordu limana. Işıkları gösterişli olan gemi, usulca yanaştı insan ve araçtan olan yükünü boşaltmak için. Ve tam önümden iki erkek geçiyordu. Birisi oldukça kaslı bir vücuda sahipti. Belli ki vücut kaslarını geliştirmek için çok uğraş vermiş! Neredeyse benim iki katım gibi kasları vardı. Erkek, kaslı vücudu ile yol alırken, inanılmaz bir mutluluk içindeydi. Kendinden emin ve oldukça korkusuz yürüyordu. Geliştirdiği kasların onu her şartta koruyacağı gibi bir hisse sahip olmuştu.
Kayserili bir dostumun anlattığı gerçek bir hikâye geldi aklıma. Kaslı bedeni oldukça gelişmiş adamın ilerleyişini seyrederken. 1950’li yıllarda Kayseri’yi Kayseri yapan Kambur Osman, ufak-tefek bir adammış. Bir gün bir yaşlı kadın, bir şikâyeti için başkanı görmek istemiş. Buyur demişler; başkan içeride. Kadın içeri girmiş ve çok çabuk dışarı çıkmış. Ne oldu teyze, dediklerinde; başkan içeride yok. Bir çocuğu oturtmuşlar içeri, benle dalga geçiyorsunuz siz, demiş.
Belediye görevlisi kadını elinden tutup, tekrar başkanın odasına getirmiş. Başkanın, bu kadının sizden bir isteği var, demiş. Başkan, o ufak-tefek kambur adam; hanımefendiye, emen bir çay söyleyin, demiş. Kadın o zaman o koltukta oturan, küçük adamın bir başkan olduğunu anlamış.
Başarılar, alınan yollar; insanın zekâsı ile oluyor. Ne kamburluğu, ne kısalığı-uzunluğu, ne de ufak-tefek oluşu başarının belirleyici sebebi oluyor. Başarı, ne kadının, ne erkeğin tekelindedir. Başarı, çalışmanın, araştırmanın, deney yapmanın, özgür ve kendine ait iradesi ile kendi sesinin yardımıyla ulusunun çıkarlarını da unutmadan yol almanın türküsüdür…
Erkeğin fazladan erkeleşmesine ihtiyaç yoktur! Doğanın kendine bahşettiği onurlu bedeni, ruhu doğal bir şekilde yaşatsın yeter! Kadının da fazladan erkekleşmesine, fazladan kadınlaşmasına ihtiyaç yoktur! Doğanın ona sunduğu, doğal kokuyu, gülüşü, inceliği sahiplensin; sahip çıksın, yeter…
Güven
7 yorum:
Harika bir yazı,kutlarım.Ne kadın ne de erkek önemli olan insan olabilmek..Selam ve sevgiler.
Yine, her zamanki gibi güzel yazılarınızdan biri...
Erkek gibi kadın ! Bence,becerikli, cesur, kendi gibi olabilen kadınların genellikle içine sokulmaya çalışıldığı kategori. Erkek gibi olmakla ilgileri olmayıp sadece bir takım iyi özelliklerin erkeklerin tekelinde sayılmasından muzdarip, anlaşılamamış kadınlardır.Hafize etkiledi beni...Erkeksi hal ve tavırlarıyla,erkek egemen toplumun öne çıkardığı gruba dahil olma çabası acıtıcı...Kimbilir ben'liğinde nasıl bir yara vardı ve kendine bu şekilde yer edinmeye çalıştı.
Kaslarını anormal şekilde geliştirenler, sanırım gizli bir örgüt bunlar ve sayılarıda gittikçe artıyor:)), sağlam kafa sağlam vücutta bulunur düsturundan mı hareket ediyorlar acaba :)Vücutları ile beyinleri doğru orantılı olarak mı gelişiyor ???? :)))
Sanırım çok konuştum :)Kısaca, finale tamamen katılıyorum :)
yine güzel bir yazı ve konu devamlı çevremde gündeme getirdiğim bir konu hoşlanmıyorum bu tip yakıştırmalardan bir gün babam keşke 4 oğlum olacağına sen tek erkek evladım olsaydın onlar kızım olsalardı dediği zaman çok sinirlenmiştim neden dedim sen her işe pratik çözüm buluyorsun onlar savsaklıyor işleri demişti .bende bu işler beyinde biter işleri halletmek için kız veya erkek olmaya gerek yok dediğimde haklısın kızım iyiki varsın dedi..doğanın bize bahşettiği bedenimizden memnun olarak insan gibi insan olalım bu bize yeter sevgili güven kalemine sağlık arkadaş ..dostlukla..
Erkek olmak övülesi bir konum bizim gibi toplumlarda.Bir kadın kadın gibi olmaya görsün ne haller gelir başına.O yüzden erkeklere endeksli işlerde mesela şöförlük, kasaplık gibi çalışan kadınlar hep erkeksileşir. Çünkü kurtlar sofrasında kendini korumanın başka yolu yotur.O çok namuslu toplumumuz zayıf gördüğünün tepesine binmekten hiç çekinmez malesef.Yalnız,boşanmış,narin kadınları tarumar eder.Sonra külütürümüzde Şöför Nebahatler türer.
Teşekkür ederim dost Gökçe. Tekrar ifade ettiğiniz gibi; önemli olan "insan" tornadan geçerse harika olabilecek bir canlıdır insan! Ama, taşlar yerine oturmayıp cehalet suları ile de besliyorsa; dünyanın en TEHLİKELİ yaratığı olur. :))
Saygılar efendim.
--------------------
Dalgaları Aşmak; Hafize'den etkilenmiş olman bir kez daha Hafize'yi düşünmeme neden oldu. Hafize iyi bir kadındı, iyi algılar ile donadılmış olanlara. Ama alışılmışın dışındamış gibi oldu o. Çünkü Hafize dayatmanın, sadece evinin hanımı olmanın mücadelesini vermiyordu. O, öksüzlüğü el açmak,elaman diye algılamamış, tersine çevirip kendi evinin kadınlığını bırakıp erkek olmuştur. O , Hafizeydi... O Hapi idi...
Kas geliştirme sporuna gelince; ne hazindir güreş ve boks gibi bana hep uzak kaldı. :)) Sağlaklı beden hoş bir görüntü dengeli bir ruh ile tamam olur da, sanki o kaslar; dengeden çok öte :))
Bilge, insan gibi insan olmak; insana susamış tabiatın hiç bitmeyecek çığlığı olacak gibi. :))
En son kamp olayımızda gerçek doğa severlerin bir tek çöp bile bırakmadığına tanık oldum. Ama doğayı sevmemiş ve sevgiden, temizlikten söz açılınca kükremiş insanların çöp yığınları haline getirdikleri piknik alanlarını görünce; içim koptu. Hangi haykırış, kükreme korkutun bu çöp yığınlarının sevdalısı insanları?
Dostlukla Bilge...
-----------
Sevgili Ruhgezgini:
Bir kadın haykırdı İzmir'den. Yıl 2005. Ben Likya Yolunu kendim yürüyeceğim diye!
Dur! Etme eğleme! Dediler... Sen kadınsın, yapamazsın dediler. O, tek bir cümle söyledi, duymak isteyenlerden önece kendi bedenine.
" BEDENİMİN SINIRLARINI BİLMEK İSTİYORUM." Dedi. Ve, tam tamına 24 günlük bir yürüyüş...
Onu kıskanıdım ben. Kıskandım onun antik şehlerin yakınlarındaki yaşlı ağaçların altında uyumasını. Bedeninin heyecanını kıskandım.
Yazınızda ki içtenlik , duygusallık , sadelik beni etkilemiş bulunmakta ; anlatılmak istenilenleri hatıralarla , yaşanmışlıklarla anlatmakta yazıya çok şey katmakta ...Kutlarım sizi güven bey , paylaşımınız için teşekkür ederim...
Bakışı Aşktı
ne çok güzeldin
yüzünden günboyu ırmaklar dökülürdü
haberin tam saatinde / akşamın indiği vakitte
düşlerimiz havalanırken rüzgarın uğultusunda
ışıltılı ipeğin telleri dokunurdu sesinde
dilinden türkçenin en güzel iklimi yansırdı
sözcükler soluk alırdı aynanın derinliğinde
binlerce görüntünün önünde
bakışın çınlardı seven bir yüreğin ömrüne.
çok güzeldin
bir masal aşkını nasıl büyütürdün bilemem
bildiğim / güzel bir sesin akşamüstü
yağmur yağarken / okuduğum kitap anıların ellerinde
kapım açık / kuşların göç vaktinde
dilini günlerime serip bir orman yaratarak
sevgiden sözler bırakmaktı toprağa
'seviyorum seni' nakışıyla örülmüş.
ne güzeldin
bir yaşamın ortasındayken günlerimiz
isterdim sözlerin saman yoluna karışırken
bir denizin eteklerinden yıldızlara savrulmayı
uçuversen bir kapalı kutudan / uzandığım uçuruma
sözcüklere süt veren şiire dönüşürdün
koysam şarkıların en yalnız akşamına adım
dilime tuttuğum ışıkta bir gökyüzü olurdun
karın güzel yağışını anlatırken dünya
dizelerim kanardı birdenbire
tarihin mermerinin en ince damarında.
Ahmet ÖZER
Yorum Gönder