19 Aralık 2009 Cumartesi

ÇOCUĞUN ARINMA YAŞLARI


Posted by Picasa
Kamera; Güven  BOĞAZİÇİ-İSTANBUL

 Milyon yaşındaki tabiat ile bin yaşındaki insan;
nasıl da içiçe sokulmuşlar...
İster doğal bir sarılım deyin! İsterse; doğayı
katletme...


Kamera ; Güven  POLONEZKÖY

 Ludwik'in doğa ile içiçe olan güzel köyü;
selam olsun sana, selam olsun bedenime
bulaştırdığınız kokulara...

ÇOCUĞUN ARINMA GÖZYAŞLARI


Akşam karanlığı çökmeye başlamış, sokak ve cadde lambaları yanmıştı. Gündüzden kirletilen sokak ve kaldırımlar; gecenin gölgelerine gizlenip daha temiz görünüyorlardı. Eğrilmiş, göçmüş kaldırım ve yol taşları, şehirciliğin daha çok gerilerde olduğunu hatırlatıyordu. Sanki emanet bir şehirde geçici olarak yaşamak için mola vermiştik. Sanki bizden sonraki neslimiz bu diyarlarda yaşamayacakmış gibi, kirletiyor, yozlaştırıyoruz şehirlerimizi…


Kolordu Caddesinin hafif yokuşunu antrenmanlı bacaklarım ile zorlanmadan çıkıyordum. Her zaman çıktığım yerleri ezbere, gözüm kapalı gidiyordum. Arkamdan duyulan bir çocuk sesi, çocuk ağlamasını anlatıyordu. Gözyaşlarını görmesem de, akan tuzlu suları hissedebiliyordum. Yatağına hasret suyun akması gibi akıyorlardır. Çünkü ağlama oldukça kararlı ve içten di.


10–11 yaşlarında erkek bir çocuk cep telefonu ile konuşurken ağlıyordu. Söylediği cümle kendi nakaratını oluşturmuş düzenli seslenişini yapıyordu. “ Bana neden yalan söyledin?” çocuğun söylediği tek cümle buydu! Bu cümleyi söyledikten sonra ağlamak ve yürümek ile kaybettiği enerjinin tıkanması ile telefon konuşmasına ara veriyor, birkaç metre yürüdükten sonra tekrar; “ bana neden yalan söyledin?” diye konuşmasına aynı tekrarı yaparak devam ediyordu.


Çocuk benim on metre arkamda aynı benim hızımla geliyordu. Bir çocuğun akan ve akacak gözyaşlarını her büyük gibi, her merhametin soylu vicdanı gibi bende silmek istedim. O çocuğa her erdemli insanın yapması gerektiği gibi; bende ; “ NEYİN VAR ÇOCUK, SANA NASIL YARDIM EDEBİLRİM” demeyi aklımdan geçirdim. Ama ne gözyaşlarını sildim, ne de çocuğa, seslene bildim. Çocuk Kolordu Caddesinin yukarılarına, karanlığın gölgelerine karışırken, ben; Hasan Efendi Caddesinin tanıdık evleri arasından kendi evime doğru erdemli bir adamın yürüyüşünü taklit ederek yol aldım…


Daha hayatın çok başında olan küçük bir çocuğun sorguladığı, uğrunda ağladığı ve çelişkiye düştüğü tek bir şey vardı; Yalan! Yani hayatımız boyunca karşı karşıya gelip, yaşam biçimi haline getirdiğimiz tanıdık davranış biçimimiz olan yalan!


Yalanın bin bir çeşidi vardır. Beyaz yalanlar, siyah yalanlar, pembe, kırmızı, yeşil ve daha niceleri… Ama en önemlisi ise, SİYASİ YALANLARDIR! Kendimizi bildik bileli söylenen, siyasetin arkasına gizlenip, vatan ve millet adına atılan yalanlar; neredeyse tüm halkı, yalan kültürünün soylu kucağına itmiş durumdadır. Belki de yalanın çok daha az yeşerdiği, az olduğu yerler; bizlerin en kirli dediği, en soysuz bulduğu; pavyonlar, gazinolar, genel evlerde yaşanır! Çünkü oranın çalışan kadını, erkeği, yalanın tokadını öyle bir yer ki, neredeyse yalan ve riya; tiksinti verici hale gelir. Doğruya o kadar hasret ve açtırlar ki, yalanın korkunç yüzünü görmemek için, en çirkin halde bile; beyaz kalmaya, insan olmaya çalışırlar.


Sürekli erdemden, namustan, kurtarıcılıktan söz eden siyasi düşüncenin yüksek bedenleri için yalan; vazgeçilmez ustalıkların mimarisi gibidir. Sürekli planlar, projeler üretilip şantiye sahaları var edilir. Kurtarılmayı bekleyen soylu halk; bilinen zaafları yüzünden burunlarından yakalanmışlardır. Sağa dönseler; rejim tehlikesi yüzünden tekme-tokat geri çekilirler. Sola dönseler; Ölmüş kominizim canavarının dinsiz bedenine bulaşacaklar diye hırpalanırlar. Yukarı baksalar, Allaha hakaret olarak dövülürler.


Kısacası dostlarım çocuk ağlarken, yüksek halkımın yaptığı gibi, yüksek bedenime sığınıp ağlamanın felsefesini yaptım. Ağlamayı irdeledim! Gördüm ki, ağlayan sadece çocuk değildi. Ağlayan bizdik. Biz halktık. Biz soyluyduk. Biz vatanperverdik. Biz Gelibolu, Anafartalar, Conk Bayırıydık. Biz Dumlupınar, Kocatepe, Afyon Kara Hisardık. Biz, Yemen, Libya, Plevne olmuştuk. Peki, biz soylu geçmişi, onurlu ve kahraman savaşları, kazanımları ve kaybedişleri olan halkın çocukları; neden ağlıyorduk?


Çünkü çocuğun telefonda sorduğu gibi; “bana neden yalan söyledin?” sorusunu soracağımız bir kurum, bir şahıs, bir soylu beden bulamıyorduk dostlarım. Bulamıyorduk, sürekli değişim içinde, birbirine bırakılan sorumlulukları kendi beyaz yalanlarını, masum bir siyasetin içine karıştırıp da bizlere yediriyorlardı da onun için!


1980’li yıllar değişimin KEMER SIKMA zamanlarıydı. Değişim ve kemer sıkmanın soylu yalanları; zaten az bulunan idealist aydınlarının soyunu kuruttu. Zaten az olan üretimimizi, yerli malı kültürümüzü büyük bir titizlik ve nezaket içinde yok etti.


1990’lı yılların güzel ve beyaz yalanları ise; İKİ ANAHTAR ve yüksek maaş vaat etti! Sonunda açlık sınırının altında verilen maaşlar ve anahtarların mülklerini icraya düşmüş, adliye binalarının dosyaya bulaşmış, koalisyonların darmadağın olduğu zamanları: ektik ve biçtik.


Halk bir kez daha ağlamaya, kurtarıcısını beklemeye başladı! Artık yalan söylemeyecek, balık yerine balık tutmayı öğretecek, soylu tarihimizin kazanılan savaşları kadar kaybedilen savaşlarını da irdelemeyi öğretecek tek parti idaresi isteyen halk; istediğine kavuştu. 2000’li yıllar da, mega hükümetlerimizin zamanı oldu. Onlar farklıydı. Onlar mazlumun, kaybedenin, çalışanın, alın terinin, hakkın ve adaletin yanındaydı!


Çocuk ağlarken, ona söylenen yalanı sorgularken bende bize, biz soylu halka söylenen ve artık renkleri karışmış, beyaz mı, kırmızı mı, pembe mi yoksa simsiyah mı olduğu belli olmayan yalan için ağlıyordum. Hem de için için…




Güven








10 yorum:

Sarp KAYA dedi ki...

güven... sende müthiş bir coğrafyada yaşıyorsun... keşan havaalanında 4 ay çalıştım sivilim ben bu arada askeri personel değilim... Yazıların ilgimi çekti izleyeceğim seni... Eline yüreğine sağlık...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Hoş geldin arkadaş. Seni her zaman görmek isterim. Bloğun farklı geldi bana. Sağolasın.

ÇOBAN YILDIZI dedi ki...

GÜVENCİĞİM HER SABAH YENİ BİR YALANA UYANIYORUZ.BU ÜLKEDE NEYİN GERÇEK NEYİN YALAN OLDUĞUNU AYIRDETMEK O KADAR ZORLAŞTI Kİ! HUZURA UYANMAYI ARIYORUM ARKADAŞIM.

Zeynep dedi ki...

Keşke sizin soylu dediğiniz bu halk da, yaşının tepkisi olan gözyaşlarıla hesabını sorduğu yalanın hesabını sorsa.Keşke o çocuk da büyüdüğünde, siyasilerin bugün bizlere söylediği yalanları dinlediğinde susmasa.Keşke.

Her zamanki gibi güzel bir yazıydı.Okuyucusu bol olsun::)

GÜVEN SERİN dedi ki...

Zeynepçiğim; yüzyılların korkmuşluğu, korkutulmuşluğu ve susturulmuşluğu öyle bir kültür yaratmış ki "genetik" yapı sus ve sessiz kal insanlığına hizmet eder olmuş...

Doğrusu bu soylu halkın, soylu yöneticiler tarafından harika bir arena içinde savaştırılmasına hep yanarım ben... Ve areneda halkın kendisi büyük acılar yaşarken; kendisine sıra gelmeyeceğini sanıp büyük alkışlar yapmaları çok garip...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Sevgili Zühreciğim; yaşamını iyi insan ve ahlak ve öğrenim üzerine kurmuş değerlere; ümit ve umut vermek zordur ama; balık baştan kokmuş ki; ne kokmuş:)) Vaziyet oldukça kötü. İşin gerçeği hep belli.Baştan bu yana... Ama gerçekten de mal-mülk edinip, belli gösteriyi yapmak; önem arzetmesi, doğruluğun, çalışkanlığın sadece artan mülklerle değer bulması; bence yalanlardan, dolanlardan daha da büyük Zühreciğim.

Bu güzel halk, okuduğu kitap ve gittiği sinema,tiyatro ile övünmek yerine; arabar markaları ve pahalı tatillerle övünüyor, verdiği verginin hesabını sarma nezaketini göstermiyorsa; daha ne güzel, ne hoş yalanlara bulanacağız kim bilir...

Bazen düşünmüyor değilim hani; uzunca bir kış uykusuna yatıp bir kaç yüzyıl sonra mı uyansam diye:))

ÇOBAN YILDIZI dedi ki...

Bu gün haberleri seyrederken eşimle, ülkenin gerçek anlamda çivisinin çıktığını düşündük ve gitmek istedik buralardan.Ama nereye? Kendimize bir cevap da bulamadık. Uyumak çok daha güzel bir çözüm :)). Ancak bir kaç yüzyıl sonra şimdikinden daha iyi olacaksa uyuyalım :))

GÜVEN SERİN dedi ki...

Çok haklısın Zühreciğim.Uyumak çözüm ama bir kaç yüzyıl sonranın garantisi yok. Bende sebepten uykuya yatmıyorum.:)) Dünyanın insan ile serüvenini düşünecek olursak; insan denen canlının 10 bin yıllık soluk alışlarını,yaşam biçimini inceleyecek olursak, ortaya çıkan gerçek; inanılmaz kötü. Savaş,öldür,katlet ve kahramanlık öyküleri ile süsle. .))

Ne demeli bilmem ki; sanırım güzel insanın,iyi düşüncelerini hayal kırıklığına ve kötülere boyun eğdirmemek için; sürekli beslemeli. Besinler, bazen yiyecek, bazen resim,sinema,tiyatro,kitap,erdem olarak elde edilmeli...

Hoş, azı karar çoğu zarar mantığı ilim ve bilimin yolcularının bile önüne keser ya; yolun yolcusu,ölümlü olmanın farkında lığını bilenler için; her an güneşin va yağmurun ve tepelerin, ormanların sürprizleri vardır. Yola koyulmalı. :))

Adsız dedi ki...

Yazılarınız huteşem gidiyorum vakit bulunca yine geleceğim okumak zevk veriyor insana tşkler ellerinize kaleminize sağkık slmlar..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Bizim diyarlardan sizin diyarlara selam olsun efendim.