14 Mayıs 2012 Pazartesi

KAÇ PARA KAZANIYORSUN

Kamera; Güven  Karaköy Limanı Antrepo 3

Görünen bedenin görünmeyen enerjisi vardır.
Bu enerjinin görünür olmasını sağlayan en önemli
aktörler; sanatçılardır.
Van Gogh ruhunu, resimleri ile görünür kılmıştır.
Güle güle... Yine görüşmek üzere...


Kamera; Güven  Karaköy Limanı Antrepo 3

Van Gogh -  BADEM AĞAÇLARI

Maviliğin hemen altında yerkürede badem
ağaçları çiçek açtı; beyaz çiçekler...
Düşkünlük zalimliğine boyun eğmektense
hiç vazgeçmeyen döngünün hatırına çiçekleri
görüp farketmek aranası cennetin huzuru
hatırına daha iyi değil midir?


KARAKÖY LİMANI
ANTREPO 3 İSTANBUL

Yarın bir son, diğer günlerin bir
başlangıcı değil midir?
Sonlu güzelliklere iç çekmek ve
acıları nasırlaştırıp merhametsiz
olmaya itmek yerine,sonun başka
başlangıca gebe olduğunu
düşünmeliyiz...

KAÇ PARA KAZANIYORSUN



 Habertrak gazetesinden yazmaya başladığım ilk yılların başında bana sorulan en sık sorulardan biriside ; “ bu işten kaç para kazanıyorsun?” Benim verdiğim cevap da; “ sizin anladığınız anlamda maddi bir kazancım yok ama para versem kazanamayacağım zenginlikler, tecrübeler, maneviyat yükleri kazanıyorum.” Der, karşımdaki insan tatminsiz bir suskunlukla yanımdan uzaklaşırdı.

 Her soru soran, her meraklı kişi kendince haklı nedenleri vardır. Birincisi yaptığım yazı işinin iyi para getirip getirmediği; ikincisi de yakınında olan bir insanın ne kadar varlıklı olup olmayacağı da olabilir…

 Esnafın klasik bir sözü vardır; “müşteri daima haklıdır!” tartışılır bir söz olsa da doğru müşterileri bir kenara almak şartı ile insanı bulunduğu bölgeden terk ettirecek müştericiklerin olduğunu da bilen biliyor…

 Her insan yaptığı emek harcadığı işten para kazanmak ister. Tarımla, bahçecilikle uğraşanlar bilir; buğday eksen altı ay beklemen gerekir. Elma, armut, badem, ceviz ağacı eksen; 5 ile 8 yıl beklemek gerekir. Söz konusu insansa, insana uzatılan bir köprü ve o köprüden akacak insan davranışları, insanlık selamları, hatırlatmalar ve en sonunda kendine ulaşmak ve öz kişiliğin tahtına kurulmaksa bu uğurdaki yolculuktan para beklemek daha başlamadan bu işi kaybettin demektir…

 Yıllar geçtikçe içimdeki yazma sevdası kara sevdaya dönüşmese de neredeyse yaşamımın en önemli parçalarından biri haline geldi. Nasıl ki İstanbul sevdam varsa, nasıl ki doğaya, evrene, arkeolojiye, ahşaba, taşa sevdalıysam yazıya da öyle sevdalandım ben. Geriye dönüşü olmayan bir sevda…

 Buraya kadar her şey normal; gönüllü çıkılan yolculukta yürek sevdasını yakalayıp bu sevdanın peşine düşmem beni hiçbir zaman rahatsız da etmedi. Yorulduğum; huzurlu yorgunluklarımdan sonra içsel tatmine ulaştıran bir yazıyı kaleme aldığımda bir sevgili huzuru bulduğum zamanlarım çok olmuştur.

 Yazı ile aşkımın yıllar üstüne yıllar koyması, yazdıkça ağır ağır kendi öz kişiliğime, arayışıma gidiyorum derken ne olduysa o cin bakışlı yazarın söylediği-yazdığı sözcüklerden sonra oldu. Acaba dedim ben; yani bir yazar kimliğinde yaşayan; aşk ile meşk yapan bende o cin bakışlı yazarın tespit ettiği gibi bir şey miyim?

Yazarlığı anlatan usta kalemin, sanata dönüşmüş zekânın kalemi şöyle diyor;

“ Yazarlık nedir? Bir hüsran avuntusu! Yazarlık bir narsis kompleksi; bak ben yazdım. Ne marifetlerim var benim. Okuyun beni. Beğenin, zekâmı, buluşlarımı demek. Sade yazarlık mı? Aktörlük, askerlik, politikacılık, işadamlığı hırs olmadan, beğenilme hevesi olmadan yapılır mı?

 Oysa kendini gerçekleştirmiş olan beğenilmeye boş vermiştir. Hayatı bir oyun olarak almış, mutluluğunu bunda bulmuştur, gerisine aldırmadan.”

 Şimdi sırası mı deme cesaretini gösteremem. İnsan hiçbir hissedişten kaçmamalı. İyi ve kötü; fazla veya eksik; kendi sanatsal terazisini sıkça ayarlatmalı özünü bulacağı en doğruya ulaşacağı zamana kadar…

 Demek ki benim de şu an yaptığım yazı işi; yani yazarlık bir hüsran avuntusuymuş! “Okuyun, beğenin beni”, hissedişinin duymak, görmek için pusuya yatmış bir avcı gibi bekliyormuşum… Şimdi, daha yazma işinin, okumanın, dansın, aşkın, gezgin olmanın büyük erdemini tatmamış, onlara doymamış birisi olarak bütün bunları inkâr mı edeyim? Doğrusu edemem; aradığım insanlığın büyük hatırına edemem…

 Fakat teselli olarak bu hüsran avuntusunu sadece yazarların yaşamadığını aynı zamanda, aktörlerin, işadamlarının, işkadınlarının, askerlerin kısacası birçok meslek içinde bulunan insanların da yaşadığını bilmek biraz mutlu etti beni.

 Ulusal basının, medyanın yani büyük para kazananların halini düştükleri büyük karakter yanlışlıklarını, yanılgılarını görünce az kazanan veya hiç kazanmayan bir kalemin sahibi olmanın erdemini, büyük huzurunu da taşıdığımı söylemeden bu yazıyı sonlandıramayacağım…

 Güven Serin















3 yorum:

Momentos dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
GÜVEN SERİN dedi ki...

Çok teşekkür ederim Sezer; yaşam,insana en büyük armağandır.

Sonsuz evrenin hayat sunan gezegeni sonsuza açık seçenekler sunduğu kesindir. Ama çok az kelimelerle anlaştığımız gibi, çok az seçeneklerin aitliği içine giriyoruz. İçinde sevgi, maneviyat olmayan seçenekler insanı çok hızlı yıpratıyor belli...

gülsen VAROL dedi ki...

o erdemden yoksun olanların dünyasında değilim ben sevgili Güven.. ama ne fayda ki, sen ve ben gibi düşünenler artık azınlık olduk!
Ellerine ve gönlüne sağlık..