8 Ağustos 2024 Perşembe

PALAVRA PALAVRA

 

İNTERNET

                                           PALAVRA PALAVRA


  Siz istediğiniz kadar “ Artık palavraya karnımız tok” deyin, bu işi içselleştirmiş, böyle davranarak vaziyetini-kariyerini korumuş insanların daha farklı davranabilmesi mümkün değildir…

  Ajda Pekka’nın söylediği Fransız kökenli şarkının anlattığı öykü de palavra üzerine kurulmuş ilişkiyi anlatıyordu.

   Günlerdir, belki de haftalardır bu konu-düşünce zihnimin içinde tepinip duruyor. Yalı bölgesine gidip, kara ile deniz bağları-düşleri içinde geziniyor, yeniden bu düşünce bir sirk cambazı gibi karşıma çıktı. Üstelik Ajda Pekkan’ın sesi, haykırışıyla birlikte… 

   En çok gülümsememe neden olan palavra biçimleri;  “Bize adam gibi söyleseydi: Benim şuna-buna, bu kadara ihtiyacım var, deseydi: Biz vermez miydik?”

   Bu tür söylemler tam manasıyla masumiyeti, dürüstlüğü, dobra dobra söylemleri anlatsa da aslında öyle değil. Bilirsiniz, doğruyu dokuz köyden kovma adaletini…

   O yüzden, eğri olanı, yanlış yapmış olanı ezmek, yaralamak için bu büyük sözler söylenir; “ Bize gelseydi, bize haber verseydi, doğruyu söyleseydi, canımızı alsaydı…”

  Bayatlamış toplumsal karşılığı olmayan, kalmamış söylemler. Burada doğruluğa karşı mıyız? Asla… Eğriliğin yanında mıyız? Asla… Ama insan yaşamlarını, sosyolojisini, psikolojisini, davranış biçimlerini ucuz sloganlarla geçiştirmeye, katılmadığımı söylemek istedim…

  Askerlik yaşamımda bu tür insanları yakından tanıma fırsatım oldu. İstanbullu Ahmet de güya doğruyu söyleyenlerden, eğri de yapsa; “ Ben yaptım, ben aldım, ben yedim” derken bile bizlerin zaaflarını iyi çözmüş, bu işin karlı tarafını keşfetmiş bir İstanbul çocuğu idi.

   Bir defasında alınması gereken askeri malzeme için para toplayıp Ahmet’i İstanbul’a yolladık. Yol parası, olmayan Ahmet’in cebine yol parası koyduk. İznine fazladan bir haftalık izin de eklenince Ahmet için bulunması zor olan bir ödül oldu bu yolculuk.

  İstanbullu kurnaz ve doğruculuk savunucusu Ahmet bir hafta sonra geldiğinde elleri bomboştu.

—Malzeme nerede?

—Bulamadım

—Ya parası?

—Yedim, harcadım!

  Bu işi öyle çözmüş ki, güya Ahmet doğru söylüyor! Yediyse yedi, içtiyse içti misali Ahmet öyle bir pişkin öyle bir bu işin uzmanı olmuş ki adeta yamyam olmuş. Bir daha Ahmet’e böyle bir fırsat vermedik. Ama Ahmet için kurban mı yok?

   Ahmet gibiler o kadar fazla ki toplumumuzda, nasıl olsa toplumun beklentileri öyle veya böyle; ben de bu toplumun içinde onların istediği gibi, ama yine de doğru görünürken, eğrilerle besleneyim…

   Yazı yaşamım içinde özellikle koskoca kurumların önemli bölümlerinin idarecisi olan kişilerin telefonlarıyla defalarca arandım. Telefona çıkar çıkmaz:

—Güven Bey, çok ağır yazmışsın. Hiç olmazsa bizi bir arayıp sorsaydın, bir çayımızı kahvemizi içseydin biz size durumu açıklardık…

   Neredeyse bütün savunmalarda böyle açıklamalar yatıyor. Yani, bir arasaydın, yazmadan önce bize bir haber verseydim… O zaman haber, haber olur muydu? Çevir kazı yanmasın, türküsüne dönüşür müydü?

   Dönüp dolaştık nereye geldik acaba? Ahlak anlayışının, bilincin gelişmesi için kurumların da adalet, şeffaflık, liyakat anlayışı üst seviyeye çıkması gerekmez mi?

   İstikrarlı adalet; yani herkese eşit davranan bir adalet sistemi, aynı zamanda ahlakı da yeniden düzenlemez, yaratmaz mı?

   Görünen o ki, pişkinlik seviyesi iyice arttı. Diğer gazete köşelerinde ve Habertrak Gazetesi köşesinde neredeyse her gün bir kurumun eksikliği, yetersizliği üzerine yazılar yazıyoruz. Kaçında tam olarak değerlendirilip halkımızın yararına değişim, dönüşüm başlatıldı?

   Her alandaki kirlilik, duyarsızlık neredeyse yaşam biçimi haline geldi. Kırılan sokak, cadde taşları döşenmediği gibi, pislik, çukurlar, kuralsızlık, düzensizlik her yerde kol geziyor.

   Sizin anlayacağınız dostlar; verilen sözlerin çoğu; palavra palavra…

Güven SERİN 

 

 

 

 

 

  


2 yorum:

Handan dedi ki...

Annemin bir şiiri var o geldi aklıma :

UCUZLUK
En ucuz şey
Söz vermek
Günümüzde...

Veririz
Orda biter
Hiç kızarmaz yüzümüz de...

Halide Karamahmutoğlu

GÜVEN SERİN dedi ki...

Sevgili annenizi alkışlıyorum,günü,belki dünü,yarınları da ne güzel özetlemiş; sanatçı iradesi içinde...