DEVAMLI SEYAHAT
Aç tavuk kendisini darı ambarında görür,
misali “Sürekli seyahat etmek, dünyayı dolaşmak fikri” herkes için Kaf Dağları
ardındaki dokunulmaz ama her zaman düşleri süsleyen öyküler, masalları, mitler
gibidir…
Antalya Kaleiçi Karaalioğlu Parkı yakınlarında bir kafeteryada tanıştım dünyayı gezmiş “Devamlı seyahat etmek istiyorum” diyen, o vakitler yaşı altmışın biraz üzerinde olan bu insanla. Gezmediği bir ülke kalmamış olmalı ki, yakınlarında bulunan ve yılın çoğunluğunda kalmadığı halde bir yıllık parasını ödediği pansiyon odasını, sadece Antalya’ya geldiği vakitler açıyormuş.
Küçük, renkli odanın içerisinde en çok göze çarpan nesneler fotoğraf albümleri ve her ülkeden alınan objeler oldu. Neredeyse binlerce fotoğrafı kâğıda bastırdığı halde, dijital ortamda belki yüz binlercesi var. Videolar apayrı…
Bunları niçin saklıyorsun? Dediğim vakit; “ Bende bilmiyorum! İlk zamanlar ihtiyaç duyuyor, heyecan içinde biriktiriyordum, zamanla iyice yavan gelmeye başladı. Son yıllarda fotoğraf da video da çekmez, çekemez oldum.”
Bu kadar gezmeye, dolaşmaya nasıl paran yetiyor? Sorusu karşısında geç gelen zenginliğinin sebebini öğrendim. Birkaç kez buluşup uzun uzun konuştuk. Son konuşmamızda gün Torosların üzerinden süzülüyordu, diğer günlerin olduğu kıt’alara doğru. Hemen altımızda bulunan falezler, turistleri gezdiren küçük, büyük tekneler; Akdeniz’i tatlı ve aldatıcı bir hal içerisinde şölen yerine çevirmişti.
Meğer bir evin bir çocuğuymuş. Babası oldukça otoriter ve çok zengin… Elli yaşına kadar büyük para nedir diye bir şey bilememiş. Baba beklenmedik zamanda ölünce, mirasın çok büyük bölümü kendisine, diğeri de annesine kalmış.
—İşte o zaman başladım gezmeye, dolaşmaya. Yıllarca babamın otoriter, baskıcı, özellikle parasal ve tutucu davranışlarına inat edip; deliler gibi neredeyse soluklanmadan beş yıldır geziyorum. Akıl almaz yerlere gidip, inanılmaz paralar harcadım. Ve kalan mirasın da büyük kısmını sırf babama kızdığın, onun yıllarca biriktirdiği ama bize yansıtmadığı için çok gereksiz yerlerde de harcadım.
—Ya şimdi?
—Halen gezecek, ana yetecek
birikimim var. Dünyada bilinen bütün ülkelerin önce başkentlerini, sonra diğer
şehirlerini geziyorum. Çok büyük bölümünü de tamamladım. Ama bir şeyler eksik…
Bu sözü söyledikten sonra gözleri sanki çok ötelere bakarmış gibi, zihni hiçliğin o sonsuz ve dehşet boşluğuna düşmüşcesine sustu ve yutkundu. Tanıdığım, dinlediğim o azametli adam birden sıradanlığa, basitliğe sığınmak isteyen bir çocuk gibi:
-Sanki gezdiğim, gördüğüm
yerler bana bir şey vermiyor. Dönüp dolaşın kendimi ülkemde, aynı dili
konuştuğum bu kadim topraklarda buluyorum. Ve onca şatafat, en iyi otellerde,
lokantalarda yedim içtim, ama pansiyondaki oda, bana çok daha yakın…
Bir kulübe hayal ediyorum; benimle birlikte yaşlanıp,
sohbet edecek. Bir dost, bir arkadaş olacak bir de köpek ve kedi. Birkaç ağaç,
sadece serinlik verecek ve rüzgârda doğanın en hünerli sesleriyle danslarını
edecek gerçek doğal dostlar…
—Bu kadar zenginlik, dünya seyahati, neredeyse beş altı yıl yaşamının büyük kısmı uçakta, gökyüzünde, lüks gemilerde geçtiği halde, sonunda bu düşünceye mi demir attın?
—Evet… İnsan bir yere ait olmalı…
Ben ise hep şu düşünceyi savundum: -Hiçbir yere ait değilim… Her yere aitim…
Ben dünyalıyım…
—Öyle değil misin?
—Hayır, bir yerde bağ kurmuyor,
anıları özümseyip, tüm hücrelerine seslenmiyor ise; milyonlarca yer de gezsen,
anı olmaktan çıkıp, unutulmaya, bir birine dolaşmaya başlıyor.
Bir filmde geçen bir söz geldi aklıma; “ Gelecek asla durmaz. Her şeyin üzerine çöken zamanın tozu; her şeyin üzerine örter…”
Elli yaşından sonra miras yoluyla zengin olmuş ve geriye kalan süreyi “ Sürekli seyahat” düşüncesiyle geçirmek isteyin bu adam aslında yorulmamıştı. Sadece gördüklerini, yeterince süzememiş. Kültürel ve sosyal boyut dediğimiz yüce şey, bizi biz yapan o sihirli huzur, damıtılan acıların ve sevinçlerin tamamı değil midir?
Kısacası, yenileni, görüleni, anlaşılanı paylaşamıyor ise, insan bir yerden sonra zayıflıyor. Ne kadar yaşarsak yaşayalım,her canlının karşılaşacağı o şey…
Üzerimize zamanın tozu ve hiçliği düşeceği,örteceği bellidir.Ya yaşarken?Henüz ayrılma vakti gelmemişken,hiçlik,bıkkınlık denen o hastalık pençesine aldıysa bir insanı; dermanı en basit ve en sağlıklı olanda aramak-bulmak için oldukça net ve insanı iniltiler içinde yalvarırsın…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder