11 Mart 2024 Pazartesi

ZAFERİN RENGİ

 

İNTERNET

                                                       ZAFERİN RENGİ

    Sinemalarda 16 Şubat tarihinde gösterime giren film: Zaferin Rengi, Abdullah Oğuz imzasını taşıyor.1918–1923 yıllarını, işgal edilmiş bir milletin sadece topraklarını, vatanını değil, ezilen, küçümsenen, onurunu da nasıl savunacağını ve savunduğunu anlatıyor…

   Bu filme sadece Fenerbahçe taraftarı olarak gider, sonsuz bir mutluluk duyarsanız da haklısınız derim. Övünmek, onur duymak, nesillerden nesle aktırılan sportif zekânın, inancın ve sevginin karşılığını savunmak, göstermek sosyolojinin, psikolojinin onaylayacağı davranış biçimi değil midir?

   Filmi izleyenler veya izlemeden yorumlayan, film ve tarih görgüsü olmayanların yaptığı ve yapacağı ciddiyetten uzak eleştirileri dikkate almayacağım. Bir film yapımcısı, iyi bir tarihçi eleştiri yaparsa, başımın üzerine koyup anlamaya çalışacağım…

   6 Mart Çarşamba günü filmi izlemek için yola koyuldum. Halk Günü uygulamaları yaptıkları için epey pahalı olan film ücretinin yarısını verdikten sonra film saatini heyecan içinde bekledim.

  Bir kez daha uyarmalı ve hatırlatmalıyım! Filmlere epey yüksek ücret vererek giren film seyircisi neredeyse 15–20 dakika reklâm izliyor, dinliyor. Korkunç değil mi? Zorunlu bir film, sanat işkencesi değil mi?

   Yine filme dönmek istiyorum. Bir Beşiktaşlı, hatta doğuştan Beşiktaşlı olarak gündüz gösterimi olan filme; 4 numaralı salona girdim. Bir tesadüf mü diyeceksiniz bilmem! Ayırttığım koltuk H–11.Benden başka filmi izlemeye gelen kişi sayısı da 11. Aynı zamanda tarihimizin en önemli bölümünü anlatan filmin epik tarafı, filmin en önemli bölümünü anlatan Fenerbahçe futbol takımının sahadaki dizilişi, sarı lacivertli futbolcuların sayısı da bilindiği gibi 11’di.

   Kitapları istediğimiz kadar okuyalım; sanat dallarının diğerleri devreye girmezse bir ulusun, tarihsel öneme çok büyük olan dönemlerin en önemli parçaları eksik kalıyor. Diğer nesillere aktaramadığımız tarih bilimi de sürekli yenilenen, dönüşen milletlerin gençliği için yok hükmünde olacaktır.

   Osmanlı, koca bir imparatorluğun yok oluş-bitiş zamanları, İstanbul, Anadolu ve Trakya’nın işgal yılları ama aynı zamanda Mustafa Kemal’in dehasının bir kez daha ortaya çıkması ve derin uykuya dalmış bir milletin uyanış yılları başlamıştır.

   İşgal güçlerinin, dünyayı sömürmekten bıkmayan İngilizlerin işgal ettiği İstanbul, kontrol altına aldığı Saltanat ve Anadolu’ya giren Yunan askerleri, yaşanan ve yaşatılan bin bir türlü eziyetlerin, her birinin bir film, tiyatro olabileceği gerçeğini hiçbir zaman unutmamalıyız.

  Tarihimize ve başka milletlerin tarihlerine öfke, kin duyarak değil, anlamaya çalışarak, anlaşılır olmayı öğrenebilir, öğrendikçe, niçin başımız yere eğilip, niçin ezildiğimizi de gençliğimizle birlikte kavrayabilir, diğer uluslar içinde gıpta edilecek bir ulus olmanın yüce aklına, saygınlığına da sahip olabiliriz.

   Bu kadar zengin tarihi, özellikle edebiyata, sinemaya, tiyatroya bu kadar çok ve tarihsel önemi olan konu bulunabilecek az millet ve vatan vardır.

   Abdullah Oğuz ve ekibi 1918–1923 döneminin az duyulan, çok öne çıkmayan çok önemli bölümlerini mercek altına almışlar. Sinema dili, teknolojisiyle bitmekte, ışığı ve soluğu sönmekte olan bir ulusun lideriyle birlikte en önemli futbol kulüplerimizden birisi ola Fenerbahçe’nin Kurtuluş mücadelesine futbol ayakları, ulusa adanmış genç yürekleri, yöneticileriyle yaptıkları katkının önemini; hiç gocunmadan, sıkılmadan ağlayarak anlayabilir ve anlatabiliriz…

   Bir toplum hep ağlayarak mı onur duyacak ve sevinecek? Geçmişi bu kadar büyük kırılmalarla doluysa, Mustafa Kemal Atatürk’ün başlattığı eğitim, öğretim, sanat, felsefe, tarih anlayışı izlediği yolda emin adımlarla gitmiyor veya gidemiyorsa; geriye kalan şey, filmlere, destanlara, tiyatrolara ağlamak…

  Ağladığımız filmler, tiyatrolar belki de o günün işgal altındaki ulusumuza, Fenerbahçe futbol takımının İngilizlerle yaptığı maçların verdiği morali, sunduğu uyanış dokunuşunu alacağız; “Yeter” diyeceğiz; bu kadar uyku ve

kandırılmak; “ Yeter…”

 Güven SERİN 


 

 

 

   



Hiç yorum yok: