KADINLARIMIZIN BEŞİBİRYERDE SAVAŞI
Altın madeninin işlenmesiyle zarif takılara dönüşen nesneleri sevmeyen kadın yoktur dersek çok iddialı konuşmuş oluruz… Kadınlarımızın büyük çoğunluğu için geçerlidir sözümüz.
Antik çağlardaki objelerin sergilendiği arkeoloji müzelerinde takılar bölümü her zaman ayrıcalıklı yerlerdir. Kadınlar, antik zamanlardan bu yana altın ve gümüş süs eşyalarına merak sarmışlar. Altın ustaların, işçilerinin muazzam sanat ve zanaati, düşleri bu madenlere öyle bir ruh katmış ki sormayın…
Tiflis’de gezdiğim Tiflis Arkeoloji Müzesi takılar bölümü oldukça zengindi. Belki de paha biçilemeyecek derece önemli süs eşyaları yüzlerce yıl önce, kraliçeler kraliçesi Tamara’nın boynunda, bileğini ve kollarını süslüyordu... Bu göz alıcı takıları takan kadınların sadece boyunlarında değil yüreklerinde bile yer edinmiş olabilirler…
İstanbul Sarıyer’deki Sedberk Hanım Müzesi de sadece altın takıları görmek için gidip gezilmesi gereken muhteşem zenginliğe sahip özel müzelerimizin başında, tıpkı antik krallık zamanlarındaki krallar gibi tahtına kurulmuş bir halde…
Biz yine bugüne, kendi zamanımıza, kendi şehrimizin Beşibiryerdeler Savaşı olarak gördüğüm gösteriye dönelim.
Moda haline gelmiş kır düğünlerinden birine katıldık. Esintinin en güzellerinin, hava koridorlarının olduğu Tekirdağ tepelerine, bağ-bahçe yerlerine kurulmuş, günümüz insanı için; “ Çok güzel yatırım” diyeceğimiz ve çoğalan mekânlardan birisi…
Ay güneye bakan tepelerden doğmaya başladığında düğün sahibi akrabası, tanıdıkları olan kadınlar da sahnede ve davetliler arasında dolanıyorlardı. Derler ya; “ Çirkin kadın yoktur, bakımsız kadın vardır!” öyle bir halde, düğüne gelen kadınlarımız, kendilerine yakışan en temiz, en gösterişli giysileriyle donatılmışlardı.
Yaz ayı olması nedeniyle kadınlarımızın takılarını sergileme şansı, güneşin sımsıcak ışınları gibi sapsarı altınların rütbeler savaşına döndüğünü gözlemledim.
Özellikle birbirine yakın ve tanıdık olanlar; rekabet halinde olan kadınlarımızın gösterişli yanları sadece giysilerinde değil, boyunlarındaki Beşibiryerde olan takılarında iyice belirgin hale geliyordu.
Beşibiryerde ve kollara takılan bilezikler birbiriyle yarışır haldeydiler. Gördüğüm kadarıyla özellikle ev kadını konumundaki kadınlarımız, bu işi iyice rütbe savaşına dönüştürmüş. Kalın gösterişli, güneş rengindeki bilezikler bir yana, bir tane, iki, üç yetmezmiş gibi beş tane Beşibiryerde takan kadınlarımız, sanki yere dokunmadan uçarcasına diğer alt rütbeli kadınların yakınında, bir tanrıça gibi uçarak dolaşıyordu.
Tarihe geçen, on yıl süren efsanevi Truva Savaşı bile Paris ile Helen’in yasak aşkı için sanılsa da gerçekte Truva’nın altınları için yapıldığını biliyoruz. Altınlar, altın takılar her zaman zenginliğin, şıklığın, gösterişin ve rütbelerin savaşı içinde oldular. Sümer, Mısır, Roma, Osmanlı, Frigler, Likya ve daha nice uygarlıklar, altın denen bu muhteşem madenin bir yerde kulu kölesi ve savunucusu oldular…
Düşünüyorum da o eşi benzeri olmayan bu zenginliklerin tarafında olan toplumların yaşadıkları trajedilerde veya mutluluklarında, ALTIN denen zenginliğin ne kadar payı oldu?
Bütün bunları, değerlendiren bir araştırma yapılsa, değişen çok şey olur mu olmaz mı düşünceleri bir yana; ay aydınlığında, doğanın serin rüzgâr koridoru içinde, henüz kır düğün alanı yapılmamış yerlerin kır kokuları yakınında; kadınlarımızın rütbeler savaşını, kimsenin ölmediği bu değerli şöleni izlemek, sıcak yaz gününe yenilen serin dondurma eşliğinde pekiyi geldi…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder