KAN KURUYUNCA, HER ŞEY SONA ERER
İsterse başınızdan yetmiş yedi bin bela geçsin, eğer taze akıyorsa, ıslaksa kan; ya acıların en katmerlisini çeker, ya da bunların deneyim denen en yüce ikram olduğunu öğrenir ve anlarsınız…
Bir katilin, bir kadına vurduğu yetmiş yedi bıçak darbesi, darağacına giden masum bir delikanlının uçsuz bucaksız umutları, başı ezilen şair Sabahattin Ali’nin kafa-tasından sızan kanlar, gurbet acısını, memleket sevdasına çevirmiş Nazım; hepsi kan kuruyunca sona eren nehrin sularında yıkandılar, arındılar; kuruyunca kanları…
Kan kuruyunca hesap sona erer. Kin, nefret, kızgınlık, ihtişam, şehvet, onur, gurur; kan kuruyunca biter; soluk olup gider; evrenin içinde kaybolup giden diğer elementler, gezegenler, yıldızlar gibi…
Henüz kan taze iken vardır öfke. Umutlar, sevdalar, kurnazlıklar; henüz kan taze iken vardır neşe, kahkaha ve hüzün; henüz kan taze iken…
Şair, Baudelaıre henüz kan tazeyken seslenir;
“ Her zaman sarhoş olmalı
Her şey bunda: Biricik mesele bu…
Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken,
Zamanın korkunç ağırlığını duymamak için,
Durmamacasına sarhoş olmalısınız…
Ama neyle?
Şarapla, şiirle, ya da erdemle, nasıl isterseniz.
Ama sarhoş olun.”
Şair, yitip giderken kendi zamanında; “ Yararlı bir adam olma” kalıplarını nazikçe değil, tekmeleyerek kapı dışına atmış;
“ Yararlı bir adam olmak, bana her zaman iğrenç bir şey gelmiştir.” Sözleriyle dışa taşan, kendine yürüyen, özgün bir insanın taze, hırçın, açık sözlü kan akışı içinde dile gelmiştir.
Henüz kan taze, kan ıslakken, konuşmuş şair; korkulardan, aferin-lerden, rütbelerden sıyrılıp, öldürmüş; gururu, beklentileri; devirmiş nice süslü sözleri, yok etmiş bilinen insancık tabularını…
Kan kuruyunca her şey biter; sona erer. Neşe, hüzün, kin, nefret,istek,arzu,güç,ihtişam; her şey; bir soluk,bir esinti ve bakış içinde, mevsimler gibi solar…Kan kuruyunca; gözyaşı,erdem,sağduyu,sezgiler,yalvarışlar,yakarışlar ve iç dünyamızın sarhoşluğu; her şey sona erer; kan kuruyunca…
Henüz tazeyken kan, bir dava uğruna Burgazada’dan bağırır aylaklığın şairi Sait Faik;
“ Sana nasıl bulsam, nasıl bilsem,
Nasıl etsem nasıl yapsam da
Meydanlarda bağırsam
Sokak başlarında sazımı çalsam
Anlatsam şu kiraz mevsiminin
Para kazanmak mevsimi değil
Sevişmek vakti olduğunu…”
Ne yazar ki hazır değilse insanlık, kendi kendine yürümeye... Boşa kürek çekmenin, insana özgü bir oyun olduğunu, nasıl öğretse Şekspir; yaşamın koskoca bir sahne olduğunu ve hiç durmadan inenlerin, binenlerin bulunduğunu…
Her şey sona erer; kan kuruyunca; yaratıkların hırıltıları bile; şeytanın kör bakışı, yüce yaratıcının uçsuz bucaksız evreni; kan kuruyunca sona erer…
Nasıl demeli, etmeli bilinmez bir şey bu. Milyarlarca kez denendi; henüz vakit erken, henüz kuşlar uçuyorken… Kan ıslak, kan taze, soluk neşe, umut, yaşam kokuyorken; ötüşünü duyup kuşların, yuva kurma telaşı içinde ve o büyük sahnenin oyuncusu, yönetmeni, ışıkçısı, bekçisi, seyircisi olmanın erdemiyle bir yumak, bir hamur olma becerisini; nasıl demeli; henüz kan ıslak, kan tazeyken…
Charles Baudelaıre, şiiridir geceyi dinleme teklifi;
“ Bak göğün balkonlarından, geçmiş seneler
Eski zaman esvaplarıyla eğilmişler;
Hüzün yükseliyor, güleryüzle, sulardan.
Seyret bir kemerden yorgun ölen güneşi
Ve uzun bir kefen gibi doğuyu saran
Geceyi dinle, yürüyen tatlı geceyi.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder