5 Kasım 2021 Cuma

ÇILGIN RÜZGARIN İNSANCIKLARI

 

İnternet

                                          ÇILGIN RÜZGÂRIN İNSANCIKLARI

 

          Antakya Belediyesi Meclis Toplantısı yapılıyorken iktidar-hükumet tarafı bir meclis üyesi söz alıp başkana sesleniyor;

  “ Sayın Başkan seni takdir ediyorum. Bizim makarna dağıtmamızı eleştirirdin. Şimdi sizde aynı şeyi yapıyorsunuz. Demek ki bizim yaptığımız doğru şeymiş; sizlere teşekkür ediyorum.”

  Güler misiniz, yoksa ağlar mısınız bu söz alışa, seslenişe veya teşekkür sözlerine? Hangi zamanda yaşıyoruz? Açlık ve yoksulluk rakamları gün ve güneş gibi ortada parıldarken, ateş kimin evine düştüyse onu yakarken; söz dönüp dolaşıp makarna yardımlarına geliyor.

  İleri toplumların insanı olmak başka şey, geri kalmış veya bir türlü ilerleyemeyen toplumun bir ferdi olmak çok başka şey. Sanırsınız ki tek derdiniz makarna? Evet, insan, açlık; beslenme ihtiyacını gidermeden bir ötekine sıçrayamaz ama halen bizler burada mıyız?

  Çığ gibi büyüyen işsizler ordusu; “ Ne iş olsa yapmaya hazırım. İki, hatta üç diplomam var ama askeri ücretin altında dahi çalışmaya mecburum!” diyerek, inlediğini, bir destanın en can alıcı ağıtının yakıldığı bu zamanda, sadece makarna ve ekmeğe takılı kaldık!

  Barınma nerede? Giyinme? Eğitim? Yakacak? Bütün bunları geçemeyince; kitaplar, sinemalar, tiyatrolar, seyahatler, dinlenmeler, eğlenmeler, gülümsemeler NEREDE diyemiyoruz! Niçin?

  Asıl olan soruna yaklaşmaya korkuyoruz? Beterin beteri vardır deyip, kendi halimize şükür edip bir yerlere SIVIŞIYORUZ… Ya sonra? En garanti, en risksiz alanlarda kendimizce haykırıyoruz. Aydın olmanın aydınlığını anlatan küçük bir mum yakıyoruz. Ama en ufak bir esintide sönen bir mum…

  Sorunun büyük bir kısmını hükumete, siyasetçilere yükleyebiliriz. Haksız da sayılmayız. Peki, ama ya biz insancıklar? Otokontrolümüzü, tepkilerimiz, gerçekçi ve samimi olup, herkesin sorununa vicdanı, insanı, sosyal, akılcı değerlerle yaklaşıyor muyuz? Bilirsiniz en küçük damla bile sürekli hale geldiğinde taşı bile deliyor…

  Meşhur söz; tok olanın bir şeylerden anlaması mümkün değil. Bir parça hisseder, kendi açlığı yaklaşınca yokluğun yok oluşu içerisinde kaybolur.

  Dikkat ediyor musunuz; herhangi bir sendika, sivil toplum örgütü bir konuşma yapsa, elli yüz kişi toplanıyor. Sanki diğerleri emekli değilmiş gibi… Sanki diğerleri yoksul değilmiş gibi… Sanki diğerlerinin yaşamları güllük-gülistanlıkmış gibi; herkes uzaktan geçip, kendi karanlığına ve hiçliğine doğru yol alıyor…

  Romalı şair 2050 yıl öncesi şu sonuca varmış biz, karnı tok, sırtı pek insan ve insancıklar için;

“ Açık denizde çılgın rüzgârın coşturduğu dalgalarla pençeleşen insancıkları, HUZURLU bir kıyıdan seyretmek ne hoştur…”

  İnsanlığın önünü tıkayan, samimiyetten, sevgiden uzaklaştıran en hakiki sözcüktür bu HOŞ olan hoşluk… Sahtedir… Kimliksizdir… Karakteri başta beri yalnızlığa mahkumdur… Sadece kurtuldum derken bile Henrik İbsen’in tiyatrosunda geçen bir diyalog gibidir;

  “ Zaten ölmüştün sen; tekrar öldürmeye gerek duymadım…”

   Bu yüzden, canlı gibi görünen her insanın yardım elini uzatmasını, söz sahibi alıp duyarlı davranmasını bekleyerek zaman kaybetmemeli…

    Duyulan her çığlık, ona doğru atılan her adım, uzatılan el, zaman yolculuğunun görkemli göksel neşesini de doğurur; için için yaşam kokar her hücreniz; fark edersiniz tekrardan yaşamın o zarif kimliğini; kimselerin fark etmesini, alkışlaması ve onaylamasını beklemeden…

Güven SERİN  

  


Hiç yorum yok: