12 Aralık 2019 Perşembe

İNGİLİZ ŞİİRİNİN BABASI: GEOFFREY CHAUCER






                     İNGİLİZ ŞİİRİNİN BABASI:GEOFFREY CHUAUCER

 

   Onun için “ İngiliz şiirinin, İngilizcenin saygıdeğer babası” diyorlar. Yazmış olduğu şiirler ve öykülerle günümüzden 600 yıl öteye uzansa bile, birçok edebi eserde karşıma çıkan “ İngiliz şiirinin babası” Geoffrey Chaucer’den başkası değildir.

  O’nun başarılı çalışmaları daha sağlığında anlaşılmış, değerlendirilip gereken saygı gösterilmiştir. Sırf bu yüzden öldüğünde mezarı Manastır’a gömüldü. Büyük bir şair olduğu ve kralın takdirini kazandığı için orada gömülmüştü.

  Edebi dünya, toplumların gelişimi gibi birbirinden etkilenerek yücelir ve yükselir. Her şairini, yazarın öncesi; etkilendi başka yazarlar ve şairler vardır. Tıpkı bugünün dünyasında hemen her kitapta karşıma çıkan Canterbury Hikâyeleri ve o öykülerden birisi olan “Baht’lı Kadın” yıllardır mitolojik öyküler gibi, uzayın uçsuz bucaksız köşelerinden seslenir gibi seslendiler.

  En sonunda bu değerli şairin ve yazarın büyük eserine kavuştum. Edebi dünyanın uzay genişliğinde olduğunu düşünürseniz; tıpkı galaksilerde olan milyarlarca yıldız gibi yıldızların, gezegenlerin olması da kaçınılmazdır. Peşinde koştuğunuz şey; daha farklı, daha gizemli, daha üretkenlik içeriyorsa; doymak bilmez bir açlığın pençesine düşmüş gibi edebi yolculuğunuz hiç bitmez…

  İşte bu yüzden, Canterbury Hikâyelerini okumam gerektiğini düşündüm. Yıllardır farklı eserlerde Canterbury Hikâyelerinden söz edilişi ve İngiliz edebiyatının en büyük şairlerinden birisi kabul edilen bir insanın; eşsiz insanlık hizmeti… Böyle kitaplar elinize geçtiği an okumak için can atsanız bile, bitirmemek için ağırlaşmayı evrensel bir duraklama içinde yörüngeye girip, için için yanan edebi ateşinizle yüzleşmek istersiniz.

   Bu hikâyeler her ne kadar Ortaçağ anlayışına dayanıyorsa da, daha yeni başladığım, ikinci hikâyede; yüzyıllar arası geçiş hakkını kazandım. Günümüzden 2800 yıl öteye; Trakya Kralı Lykurgos zamanına ulaştım.

  Hikâyenin içinde “Trakya” nın isminin bile geçmesi Trakya dünyasında doğup serpilen bir yazı insanı için ayrı bir hazine keşfidir. Esas, özlü bilginin kırıntılar şeklinde biriktirdiğini edebi dünyamın kırkıncı yılında öğrenmiş bulunuyorum.

  Trakya Kralı Lykurgos’u öyle bir betimlemiş ki, sanki dün yanından ayrılmış öyle;

 “ Trakya Kralı Lykurgos kara sakalı, parlak gözleri çakmak çakmaktır. Kaşları gür ve kalın, yarı aslana, hatta efsanevi bir canavara benziyor. Bacakları kalın ve kaslı, omuzları geniş, kolları uzundu. Ülkesi; Trakya’da adet olduğu üzere apak dört boğanın çektiği altın bir savaş arabasına biniyordu. Zırhı güneşte altın gibi parlıyordu. Kuzgun tüyleri kadar kara ve parlak uzun saçlarını geriye doğru taramıştı. Başına kolum kadar kalın taç takmıştı. Bu taç, değerli taşlar, yakutlar ve elmaslarla süslenmişti ve muazzam bir ağırlıktaydı. Arabasının yanında yirmiden fazla beyaz kurt köpeği koşuyordu. Öküz büyüklüğünde aslan ve erkek geyik avlamakta kullanılan hayvanlardı. Her birine burunluk takılmıştı, tasmaları da altındandı. Kafilesinde tepeden tırnağa silahlı, cesur yürekli, koç gibi yüz şövalyesi vardı. Lykurgos böyle ilerliyordu işte.

   Doru bir ata binmişti, asil hayvanın çelik koşum takımları vardı. Tuhaf desenlerle işlenmiş altın rengi bir kumaşla örtülmüştü.”

  Trakya Kralı Lykurgos bu hazırlıkları o günün bir başka efsanesinin yanında savaşa girmek için hazırlık yapıyorlardı. Atina’nın efsanevi savaşçısı Tehseus’dur bu kişi. Yanında güçlü atlara binmiş üç kahraman vardı Tehseus’un. Birincisi kalkanı, ikincisi mızrağı, üçüncüsü ise elinde saf altından yapılma bir Türk yayı tutmaktaydı.

  Dikkat ederseniz içinde geçen “ Türk yayı” sözcüğü beni heyecanlandırdığı gibi sizi de heyecanlandırmış olmalı. Atalarımızın geçmişi, yaslanmış oldukları kültürlerin izleri; bugünün dağınık, bezgin yapıda oluşundan çok öte, zanaate ve sanata, aynı zamanda mitolojik öykülere;2800 yıl önce bile tat verdikleri hiç şüphesiz zengin geçmişimizi ve yaşama biçimlerini de gözler önüne seriyor.

  İngiliz şiirinin ve dilinin babası Geoffrey Chaucer, kendi diline zenginlik katarken, dünya edebiyatına da ayrıcalıklı bir yerde olma hakkını ve ödülünü de almayı hak etmiş bir yüceliğe ulaşmıştır.

  Edebi parçaları sabırla, dikkatle biriktirirseniz, en küçük parçanın eninde sonunda değerli bir esere dönüşeceği kaçınılmaz bir hediye, evrimin şaşmaz bir gizemli ödülüne hak kazanırsınız. Mezarınızın soyluların yattığı yerde olmasından öte, çok ötelere ulaşan bir ruh zenginliği içinde, tüm zamanların tahtına kurulmuş bir halde neşe içinde evrenin boşluğunda dolaşır durursunuz…

 
Güven SERİN 

2 yorum:

deeptone dedi ki...

çok iyi bu kitap. ingilizcesini okudum. eski ingilizcesi ve yeni ingilizcesini. var blogumdaaa :)

https://sadevederin.blogspot.com/2017/08/canterburry-hikayeleri.html

GÜVEN SERİN dedi ki...


Oh,çok sevindim;bendeniz a bugün,a yarın okuyacağım derken,meğer bir yolculuk kitabını Güney Kafkasya yolculuğunda okuyacakmışım;ne muhteşem bir tesadüf veya kader:)) Kutluyorum;öncü-sün...