13 Eylül 2019 Cuma

ÖLÜMÜN ARDINDA BIRAKTIĞI HUZUR





                           ÖLÜMÜN ARDINDA BIRAKTIĞI HUZUR


  Her ölmüş-merhum kişinin ardında bıraktığı hüznün hemen kıyıcığında bir huzur gizlidir. İç dünyamızın dış dünya karşısında ki boyun eğişi, kabul edişi; teslim oluşun huzuru…

  Bu huzur çok değerlidir. Paha biçilmezdir… Bu gezegende kalıcı olmadığımızın içsel muhasebesi o an; saatlerde, dakikalarda yapılır; kötülükten öte, var olan canın, sağlığın, canlıların hoşluğu içinde bir yere aitlik içinde mutlu bir huzur yakalarız.

   Her şey, yakalanan gerçek huzur, birkaç gün sonra değişip,”Aynı tas aynı hamam” döngüsüne dönülecek olunsa bile, o anın, ölümlü oluşunun teslimiyeti güzeldir. Kavgadan çok barış, öfkeden öte sevgiyle kucaklaşırız…

   Babamın, kardeşimin cenazeleri önünde, diğer insanların; eş, dost, akraba, komşuların gelmesini beklerken hissettiğim duygu, yazdıklarımdan farklı değil. Özgün olan hüznü yaşarken, insanın kalıcı olmadığının, gücün sınırsız bir şey olmadığını bilmek, yaşamı kavgadan çok barışla, öfkeden çok sevgiyle geçirmiş insanlara çok daha iyi geliyor.

  Her ölenin ardından kalanların yaşadığı huzurda bir parça güç sarhoşluğu da vardır. Kalmış olmanın, ölmemiş; yaşayan tarafta kalmanın onuru, gizli bir güce, gurura da dönüşür. O yüzden ölenin ardından bolca konuşurlar; “Yapmasaydı, gitmeseydi, olmasaydı, duymasaydı” Birden; herkes bilirkişi olur.

   Oysa oynanan bu oyunu kimse kazanamaz; Kazanamadı! Efsanedeki Hz. Süleyman Peygamber de; bin yıllık zamanını çabuk doldurdu. Evrenin zamanı o kadar bol, yaratıcının sabrı o kadar büyük ki, bize verilen küçük sahneyi o büyük güçle kıyaslamak mümkün bile değil…

  Yakın zamanda eşi genç yaşta ölen bir kadının fotoğrafını gördüm. Cenazesine katılamadığım ölüm törenine gidemediğim merhumun geride bıraktığı insanların; eşinin, arkadaşlarının fotoğrafa yansıyan yüzlerini, donmuş, dondurulmuş hallerini fotoğraf karesinde gördüm; izledim.

  Metanetlerini korudukları belli oluyordu. Üzüldükleri de ortadaydı. Eşinin duruşundaki hüzün, aynı zamanda sözünü ettiğim huzuru da yansıtıyor. Sözünü ettiğim şey; ölümün karşısında sevinç değil! Herkesin öleceği şüphesini gideren, ağırlıksız bir his… Belki de ruhların dokunuş anıdır; Gidenin, kalan insana, ağırlıksız bedeniyle dokunup teselli etmesi, geride kalan zamanı iyi kullan, eninde sonunda sende geleceksin, hissiyatının huzuru…

  Cenazelerin başında olan insanların idraki, yaşam ile ölüm arasındaki kavgaları azalmışsa, duruşlarına yansıyan iç huzur daha da öne çıkıyor. Onların derdi, kalan zamanı en iyi şekilde kabul etmek! Giden insanın uğurlanması, tekrar görüşülecek olma inancıyla birlikte, korkunç bir kaybediş öfkesi değil…

  Her ölüm, kendi hüznünü yaratır. Kaybın büyük oluşu, genç oluşuyla daha da can yakar. Biz istesek de istemesek de, ölüm ağıtları gökyüzüne yükselir. Ölümü anlamak için yaşamı sevmek, tüm canlıların döngü içindeki yaşam aralıklarına bakmak gerekir. Hiçbir hayvanın ölüm korkusu yüzünden herhangi bir hastaneye gidip yaşamını uzatmak için kayıt yaptırdığını göremeyiz.

  Bir tek insan; insan, dünyayı çok fazla sever ve burada kalmak ister. Her gün cenneti hayal edenler bile; “ölümsüzlük hapı” gelse, ilk önce onlar koşar; daha fazla kalalım, yaşayalım diye…

  Bütün sorun, (daha fazlada) gizli olsaydı, çok şey değişirdi. Asıl mesele, hemen herkesin ömrünün kıymetini bilemeden tüketmesi… Hele, geleceği netleşmemiş bir ekonominin, sosyal hayatın içindeyse, yaşam telaşı sadece yeme içmeye sıkışır. Diğer taraftan her şeyi bol olanların bıkkınlığı, uyumakla, tiksinmekle geçirdikleri zaman; yaşamın kendisinden çalınmış en değerli parçalardır.

  Cenaze törenlerini, evlenme törenleri kadar seviyorum. Bir anlığına o inan, insanın özgün-saf halini yakalamak mümkün. Servilerin rüzgârla sallandığı, toprak-kır kokan mezarlıkların kenarında, içinde insanlık dramının uzağında çok az bir zaman için; hüzün ile huzuru, saf olanı, ağırlıksızlığı yakalarız…

  Ve melodisi sadece ruhunuzda duyulur bir ses; senfoni orkestrası, tüm zamların insanlar korosu; evrene yayılan bir sesyayarlar;

“ Gülümse, hadi gülümse/Bulutlar gitsin/Yoksa ben nasıl yenilenirim/Hadi gülümse”

Güven Serin 

8 yorum:

Momentos dedi ki...

".. Sözünü ettiğim şey; ölümün karşısında sevinç değil! Herkesin öleceği şüphesini gideren, ağırlıksız bir his… Belki de ruhların dokunuş anıdır; Gidenin, kalan insana, ağırlıksız bedeniyle dokunup teselli etmesi, geride kalan zamanı iyi kullan, eninde sonunda sende geleceksin, hissiyatının huzuru…"

Bu paragraf içimi temizledi sanki. Aynen ben de öyle düşünüyorum ! Eline sağlık.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Çok sevindim Momentos;Sayende bende birkaç kez okudum yazdıklarımı:))

Zeugma dedi ki...

Ölümle ilgili çok doğru tespitler doğrusu. Sevdiğimiz birini kaybettiğimizde kabullenmek öyle hemen gerçekleşmiyor yine de. Psikologlara göre bu durum 6 aydan fazla sürerse tedavi gerektiğini okumuştum. Özlem duygusu hiç geçmiyor ama. Ağaçların, çiçeklerin, böceklerin, 1 günlük de olsa kelebeklerin bile ömürleri sınırlı sonuçta. Hatta gökyüzündeki yıldızlar bile sonsuza kadar orada değiller. Yoktan var olduğumuzu hatırlayıp ölüm boyutuna geçmenin normal olduğunu düşünmeye çalışmalı velhasıl. Düşündürdünüz, teşekkürler...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Teşekkürler Zeugma;ne kadar çok şey konuşsak "ölüm" ve "yaşam" kaçınılmaz bir denge içinde döngünün sonsuzluğuna bir kırıntı biçimde teslim olmuşlar.Belki de bu kavramları biz insanların yaratma biçiminde ve beklentilerinde arayarak daha saf hale getirebiliriz...Sonsuza uzanan sonlu insanın ölüm ve yaşam içindeki çelişkili,korkulu veya kahramanlıkları her daim bilimin takibinde olacağı bellidir.Hep düşünmüşümdür bunca hüzün,korku,acı;yüce evren için ne anlama geliyor?Ya kulağımıza eğilip fısıldasa;sizin evrimimiz için bütün bunlar şart ve aynı zamanda size verilen oyunun senaryo parçacıklarıdır,diye:))

https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=7374168482621215247#usersettings dedi ki...

Ya da kaybetmek midir ölüm?
Varlığın esas olan huzura, serbestliğe kavuşması mıdır?
Her ölüm, erkendir diyen şair yanıldı mı bir yerde?
Esas olan, yaşamın ne manaya geldiğini çözemeden ayrılmanın garip yoksulluğu mu, yoksa sonsuzluk dediğimiz, aslında yaşamdaki sonsuzluk değerinde bir an mıdır?

"Çoğumuz ömürlerimizi sadece minik bir "kelebek etkisi" için yaşıyoruz belki de. Ama o etkiyi yaratacak dönüşümlerden ya da çabadan fersah fersah uzağız. Haliyle dünya bir bumerang gibi bize geri dönüyor bu durumda, hiç değişmeden... İşte bizim trajedimiz bu, içten dışa büyüyen bir kısır döngü."
Oysa, insanın huzur ve memnuniyeti dışarıda değil içindedir.

Ve bizler ölümlü dünyaya, bitimli hayatlar almaya çalışıyoruz, birde bakıyoruz ki;
“Özenle sakladığınız bir sarı lira gibi ömrümüz, vakit gelip, sandıktan çıkarttığımızda bakıyoruz tedavülden kalkmış.

GÜVEN SERİN dedi ki...



Teşekkür ediyorum.Bilgi okyanusu,deneyim denizleri ve uçsuzluğun içinde ki insanın yaman çelişkileri;o kadar çok kavram ürettik ki,durulma vakti olmadan niceleri ağır yüke dönüştü...Aysa,yaşam,ne kadar çok hırçınsa bir o kadar dinginliğe de muhtaç...İnsan da bunun öz evladı olarak;nazik sorgulama törenlerinin ardından yüce dinginlik içinde uzayın sonsuz kapısına bakma cesareti gösterip başını göğe kaldıra bilse...Sağ olun sevgili dostum...

deeptone dedi ki...

bütün tanıdıklardan sona ölüp, kismeleri üzmemeliiii :)

GÜVEN SERİN dedi ki...


Politik bir koku aldım burada Deep:)) Bütün tanıdıkları üzmemek için,bütün tanıdıklardan sonra ölmek gerekir:))Uzun yaşamak için iyi plan;üzmeyelim kimseleri:))