GÜNAHKÂR ŞEHİRLER
Akıla hemen gelen;
kutsal kitabımız ve diğer kutsal kitap Tevrat’da geçen isimleriyle; Sodum ve Gomora;
kentleri yerle bir olmuş; yitik medeniyetler… Niçin? İnsan sınırlarını;
ahlakını zorlayan yaşam biçimlerine; ilişkilerine tutundukları, işin çığırından
çıktığı için…
Boşuna söylenmemiş birçok
söz; “ Azı karar, çoğu zarar!” diye… Nice âlim, peygamber, diğer insanları;
yoksulları, yetmezleri bu yüzden gündemde tutmuş; insan denen canlının sonsuz azgınlığını,
gururunu, güce, zenginliğe olan düşkünlüğünü dengeye getirmek adına nice savaş
verilmiş.
Kral Davud’da
bunlardan birisidir. İsrail halkının gözünde peygamberlik yüceliğine sahip olan
büyük insan! Senin güzel olduğu kadar, marifetli oluşu; demiri işlemeyi bilmesi
de ayrı bir zenginlik sayılır.
Adaleti, o günün
şartlarında halkın korktuğu dev, Calut’u öldürmesi, ününe ün, gücüne güç
katmıştır.
Aynı Davud’un kendi
ordusunda çok önemli bir yere sahip Generali Uriah’ı öldürmesini inceleyen ilim
dünyası şu sonuca varır; Thomas Hobbes,Davud’un generalı Uriah’yı generalin
güzel karısıysa evlenmek amaçlı yaptığı;insanın hangi mertebede bulunursa
bulunsun,zaaflarına yenileceğini de bilmek düşünmek adına çok değerli bir
tespittir.
Günümüzden 3 Bin yıl
önce de, insanların günahları, günahkâr şehirler gibi serpilmeye devam ediyormuş…
Nice kurbanlar hep bu uğurda verildi. Kim bilir; belki de bizlerin bilmediği
çok daha önceleri; ne büyük, korkunç dehlizlerden, karanlıklardan çıktı bu
insanlık…
Onca kıyamet,
günahkâr şehir yok edildi de; milyar sayıya ulaşan insanlığın dizginlenemeyen
güç anlayışı bir türlü yerli yerine oturmadı. Bir taraftan uzayı merak eden,
insanlığı şaşırtan buluşlar yapan insanlık; diğer taraftan Ortadoğu’nun kanını fışkırtmaya;
hatta emmeye devem ediyor.
Günahkâr şehirlerin dersi,
alınacak ibret; her daim olduğu gibi halka kaldı… Her yükün çilesini çeken,
bilen halkın da kendi içinde yarattığı ne büyük gizemler, bilmeceler ve güç ayrışımları,
paylaşımları var…
Ülkemizde; son 100
yıl içerisinde öldürülen insanların isimlerini, konumlarını, bilgi ve
görgülerini irdelemeyi beceremediğimiz için; günahkâr şehirlerin, günahlarını
da içselleştirip kültürleştirmede yetersiz kaldık…
Sabahattin Âli’nin öldürülmesi,
bir kesimi ilgilendirdiği gibi, diğer büyük topluluğu hiç mi hiç
ilgilendirmedi. Uğur Mumcu’nun ölümü; öldürülme vahşeti de, Hrant Ding’in
vahşetinde ki ustalık da öyle…
Oysa bütün öldürmeler,
vahşetler yaratıcıya; Allaha haykırıdır. Suç ve günah olduğu halde; her
öldürenin ne büyük sebepleri vardır, büyük günahı işleme adına…
Yunan yönetmen Theo
Angelopolus’un ölümünde ki sis-pus; filmlerinin aynısı; büyük suskunluk ve
evrensel bir müzik; Eleni’nin müziği; bestesi ve bütün iyi insanların öyküsünü
anlatıyor; sessiz ve çekingen protestosunu…
Ya Nikos
Kazancakis’in durumu? Doğduğu yere gömülmesi için Yunan hükumetinin ilgisiz
kalışı? Mezarında ki taşta yazılı olan yazarın, şairin yüce seslenişi;
“ Hiçbir şey ummuyorum… Hiçbir şeyden korkmuyorum… Özgürüm…”
General Uriah’ı
güzel karısıyla evlenmek için öldürülen Davut, Allah tarafından beceri,
marifet, güzelliklerle ödüllendirilişinin farkındaydı ki, bu suçu kabul edip;
suç işlediğini çok sonra dile getirmesi da ayrı bir anlayış, inkâr ve
kabulleniştir…
Milyar sayıya
ulaşmış insanlığın, milyar sayıda ki pişmanlıkları-suçları; akılla izah
edilemeyecek oluşları, Nörobilimcilerle hukukçular arasında ki çelişkilerin de
hiç bitmeyecek oluşunu işaret ediyor…
Güven Serin
2 yorum:
seviyon sen geçmişi, mitolojiyi :) angelopoulos ah ah çok severiiim :)
Sevilmez mi bu değer;bizi büyük aksiyon karmaşasından kurtarıp kendimize döndürmeye çalışan,bir ömürleri harcayanlara bir günün de sonsuzluğu işaret ettiğini anlatan bu insan:))
Yorum Gönder