16 Ağustos 2018 Perşembe

GÜNAHKAR ŞEHİRLER



                                        GÜNAHKÂR ŞEHİRLER



  Akıla hemen gelen; kutsal kitabımız ve diğer kutsal kitap Tevrat’da geçen isimleriyle; Sodum ve Gomora; kentleri yerle bir olmuş; yitik medeniyetler… Niçin? İnsan sınırlarını; ahlakını zorlayan yaşam biçimlerine; ilişkilerine tutundukları, işin çığırından çıktığı için…

 Boşuna söylenmemiş birçok söz; “ Azı karar, çoğu zarar!” diye… Nice âlim, peygamber, diğer insanları; yoksulları, yetmezleri bu yüzden gündemde tutmuş; insan denen canlının sonsuz azgınlığını, gururunu, güce, zenginliğe olan düşkünlüğünü dengeye getirmek adına nice savaş verilmiş.

 Kral Davud’da bunlardan birisidir. İsrail halkının gözünde peygamberlik yüceliğine sahip olan büyük insan! Senin güzel olduğu kadar, marifetli oluşu; demiri işlemeyi bilmesi de ayrı bir zenginlik sayılır.

  Adaleti, o günün şartlarında halkın korktuğu dev, Calut’u öldürmesi, ününe ün, gücüne güç katmıştır.

 Aynı Davud’un kendi ordusunda çok önemli bir yere sahip Generali Uriah’ı öldürmesini inceleyen ilim dünyası şu sonuca varır; Thomas Hobbes,Davud’un generalı Uriah’yı generalin güzel karısıysa evlenmek amaçlı yaptığı;insanın hangi mertebede bulunursa bulunsun,zaaflarına yenileceğini de bilmek düşünmek adına çok değerli bir tespittir.

  Günümüzden 3 Bin yıl önce de, insanların günahları, günahkâr şehirler gibi serpilmeye devam ediyormuş… Nice kurbanlar hep bu uğurda verildi. Kim bilir; belki de bizlerin bilmediği çok daha önceleri; ne büyük, korkunç dehlizlerden, karanlıklardan çıktı bu insanlık…

  Onca kıyamet, günahkâr şehir yok edildi de; milyar sayıya ulaşan insanlığın dizginlenemeyen güç anlayışı bir türlü yerli yerine oturmadı. Bir taraftan uzayı merak eden, insanlığı şaşırtan buluşlar yapan insanlık; diğer taraftan Ortadoğu’nun kanını fışkırtmaya; hatta emmeye devem ediyor.

 Günahkâr şehirlerin dersi, alınacak ibret; her daim olduğu gibi halka kaldı… Her yükün çilesini çeken, bilen halkın da kendi içinde yarattığı ne büyük gizemler, bilmeceler ve güç ayrışımları, paylaşımları var…

 Ülkemizde; son 100 yıl içerisinde öldürülen insanların isimlerini, konumlarını, bilgi ve görgülerini irdelemeyi beceremediğimiz için; günahkâr şehirlerin, günahlarını da içselleştirip kültürleştirmede yetersiz kaldık…

 Sabahattin Âli’nin öldürülmesi, bir kesimi ilgilendirdiği gibi, diğer büyük topluluğu hiç mi hiç ilgilendirmedi. Uğur Mumcu’nun ölümü; öldürülme vahşeti de, Hrant Ding’in vahşetinde ki ustalık da öyle…

 Oysa bütün öldürmeler, vahşetler yaratıcıya; Allaha haykırıdır. Suç ve günah olduğu halde; her öldürenin ne büyük sebepleri vardır, büyük günahı işleme adına…

  Yunan yönetmen Theo Angelopolus’un ölümünde ki sis-pus; filmlerinin aynısı; büyük suskunluk ve evrensel bir müzik; Eleni’nin müziği; bestesi ve bütün iyi insanların öyküsünü anlatıyor; sessiz ve çekingen protestosunu…

 Ya Nikos Kazancakis’in durumu? Doğduğu yere gömülmesi için Yunan hükumetinin ilgisiz kalışı? Mezarında ki taşta yazılı olan yazarın, şairin yüce seslenişi;

“ Hiçbir şey ummuyorum… Hiçbir şeyden korkmuyorum… Özgürüm…”

  General Uriah’ı güzel karısıyla evlenmek için öldürülen Davut, Allah tarafından beceri, marifet, güzelliklerle ödüllendirilişinin farkındaydı ki, bu suçu kabul edip; suç işlediğini çok sonra dile getirmesi da ayrı bir anlayış, inkâr ve kabulleniştir…

  Milyar sayıya ulaşmış insanlığın, milyar sayıda ki pişmanlıkları-suçları; akılla izah edilemeyecek oluşları, Nörobilimcilerle hukukçular arasında ki çelişkilerin de hiç bitmeyecek oluşunu işaret ediyor…

 Güven Serin 





2 yorum:

deeptone dedi ki...

seviyon sen geçmişi, mitolojiyi :) angelopoulos ah ah çok severiiim :)

GÜVEN SERİN dedi ki...


Sevilmez mi bu değer;bizi büyük aksiyon karmaşasından kurtarıp kendimize döndürmeye çalışan,bir ömürleri harcayanlara bir günün de sonsuzluğu işaret ettiğini anlatan bu insan:))