Alkışlarla;kıyamet gibi...
Önünüzde eğilerek...
Muhsin Ertuğrul Sahnesi;ısrarla gidilmesi;düşünülmeli...
USTALARA SAYGI-BİZİM
AİLE
----------------------------------------
İBB Şehir
Tiyatroları Muhsin Ertuğrul Sahnesi; Ustalara Saygı düşüncesiyle Bizim Aile
oyununu sahneliyor.
Yorumcuların “kült
eser” dediği; Sadık Şendil’in yazdığı 1970’li yıllarda ki sinema sahnesine de
gitmemize; hatırlamamıza katkı sağladı. Bir ailenin, birlikte yaşamanın; birlik
olmanın, aynı zorlukların büyük bir fedakârlık içerisinde çözüme kavuşacağını;
yaşamı anlamlı kılan şeyin; birlikteliğin; birlik olmaktan beslendiğini anlatan
bir oyun; eser…
İBB Şehir
Tiyatroları Muhsin Ertuğrul Sahnesi, uyarlamasını Sinem Bayraktar’ın yaptığı bu
oyunu tekrar anıların, özlemlerin ve gerekli olan yaşam algıların bir araya
getirme becerisiyle sahneliyor.
Tiyatro sahnesi;
film sahnesi gibi değil! Geri alamazsın o anı; hakkını vermek, sesini,
nefesini, iradeni; oyunculuğunu göstermenin en canlı; can alıcı gösterimidir.
Bir fethi işidir. Bir hikâyeyi veya oyunu; tanrısal becerilerin bir araya
gelişi gibi; önce topraktan, çamurdan yola çıkılıp sonra da RUH üfleme sanatı
gibi bir şey; yol, yolculuk…
Muhsin Ertuğrul
Sahnesinin rahat koltuklarında İBB Şehir Tiyatrolarının bu oyuna katkı veren
tüm emekçilerin büyülü heyecanı içinde izledim oyunu. İzlerken, herkes gibi
bende; Münir Özkul’u, Adile Naşit’i, Tarık Akan’ı, Halit Akçatepe’yi
hatırladım.
Bu hatıralar; onları
iç dünyamızdan izleyici koltuğuna davet etmek; insan bütünlüğü ve mucizesinden;
hissiyat devriminden başka bir şey değil. Oyun oynandı; oyuncular tek tek
alkışlandı. Anne babayı canlandıran oyuncular; Funda Postacı Kıpçak ve Nevzat
Baykarktar; hak ettikleri alkışı alırken; en son; sahne kapanmadan büyük
sürpriz!
Bütün oyuncuların
arkasında büyük bir bez afiş salınıverdi. Afişte kimler yoktu ki? Bu işe gönül
vermiş, bu eseri büyülü bir hale getirmiş; Kaf Dağlarının masalları gibi
ölümsüzlük müjdesine tanıklık etmiş sanatçıların fotoğrafları; hepsi bir arada;
Münir Özkul, Adile Naşit, Tarık Akan, Halit Akçatepe, Şener
Şen, Ayşen Gruda…
İşte tam da o zaman;
kıyamet gibi; ALKIŞ… Ben bu alkışta kaldım! Neyin alkışıydı bu sesler? Sanata,
sanatçıya olan özlemin; vefanın mı? Öyleyse eğer; Münir Özkul’un yılların yatak
yalnızlığına kaç kişi tanıklık ediyor?
Tiyatronun kendisinden çok, sahne kapanırken
salınıveren afişe; sanat ve sanatçıya duyulan özlemin, belki de kendi
sessizliğimizin, hareketsizliğimizi de tufanı; alkışla; vicdani, akli
dünyamızın çaresiz, koşulsuz ve engelsiz dışa vurumudur; kim bilir…
Güven Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder