4 Aralık 2017 Pazartesi

SIRT TERLERİYLE SİNEMA (AİLE ARASINDA)


ALKIŞLARLA...



Ellerim acıyana kadar;eğilerek önünüzde...


SIRT TERLERİYLE SİNEMA(AİLE ARASINDA)
----------------------------------------------

  Bu başlık, tam da yerinde oldu. Bir Tekirdağ gününü, farklı bir esintiyle kaplayacak rüzgâr henüz esmemiş, güne yayılarak tadını çıkartacağım mekân veya mekânlar belirsiz bir şekilde; iyi havalarda şenliğe inenler gibi sahile indim.

  Ölen nice gelenek-göreneğe rağmen kendi geleneğimi yaratmakla savaş vermenin bidolu koltuk altı gazeteleriyle yine o bildik çağrının peşine düştüm. Sizlerin böyle bir huyu-suyu var mıdır; bilinmez? Benim var! Koşulsuz her gidişin veya yürüyüşün; mistik, kültürel, sosyolojik karşılığını; öteden beri bilir ve karşılaşmanın edebi, felsefi mutluluğunu yaşıyorum.

  Usul usul baktım çevreme; gazetenin seyahat, magazin, haber sayfalarında gezinirken. Aklım yine Balkan Turlarında! Bir türlü ısınamadığım, güven sağlayamadığım tur şirketlerini tek tek inceledim. Sanki yarın gidecekmiş gibi; hiçbirini beğenmedim. Otobüsle gidecek olanlar hariç…

 Gazetelerin vazgeçilmezliği, her an durup, katlayıp, tekrar tekrar okuyacağınız, hatta bir heykeltıraş, ressam gibi atölyenizde çalışacağınız imkânları yaratıyor oluşudur. Geçmişi, yıllar öteye giden gazetelerin en güzel tarafı da burada gizlidir. Bir ormana giriyorsunuz; her sayfayı araladıkça, tepelere tırmanıp, vadilere inip, hiç ummadığınız bir sağlık, sanat, ekonomi veya siyasi, hatta bilim haberiyle; birden “vay be!” deme imkânıyla birlikte; ormanın içinde ki ayak basılmamış yerlere doğru yola koyuluyorsunuz…

  Biliyorum; içinde bulunduğum Tekirdağ günü de öyle olacak! Sakinim… Telaşsızım… Çay, gazete aylaklığı… Etraf, güneşin ısıttığı insan şölenleri gibi; çocuklar yan tarafta ki parkın tadını çıkartıyorlar. Büyükler ise; boşluğa bakıp, hoşluk içerisinde; tuhaf bir durum!

 Aradığım istikamet, ruhsal ve sanatsal çağrı yaklaşık iki saat sonra geldi. Tanrım! O gün hiç palanımda olmadığı halde; çağrı, sinemaydı! Gülse Birsel’in yazdığı, Ozan Açıktan’ın yönettiği, Necati Çalışkan’ın yapımcılığını üstlendiği bir sanat olayına yürüdüm.

 Sahil, ara çapraz yollar derken; kuyruğumu araç trafiğinden zorlukla kurtara kurtara; sinema salonlarının olduğu iş merkezine gittim. Oluk oluk insan akıyor. Hâlbuki her hızlanış, ayrı bir kayıptır doğada ki karşılığına göre. İmbik; küçük süzülüşlerdir kültüre, estetiğe, insana yakışan…

  Niçin koştum bu filme? Hissettim! Yorumları, sezgilerimi dinledim; tamam dedim! Tıpkı, Gökçeada bir kış vakti gidip, yalnızlığımla yüzleşeceğim derken; insan deryasına bulanmam; Güney Kurtalan Ekspres ile çıktığım demiryolculuğunun 17 saatinin masala dönüşmesi gibi bir hissediş…

  Kusura kalmasın kimse; düşleri, hayalleri olmayanların anlayamayacağı bir lüks… Be adam; gittin de ne oldu? İnsana dair hissiyat kanallarım salise salise, dakika dakika çalıştı. Hangi dersin özetini anlatayım? Gitmeli ve izlenmeli!

 Üç isim ver deseniz; bu şaheseri anlatmaya; on üç isim veririm vermesine ama; ilk üçe yazacağım isimler de şunlardır; Engin Günaydın, Demet Evgar,Ayta Sözeri…

  Bir şeyi unutmadın mı ağabey? Seslenişini duydum. Elbette, sırt terlerimden söz etmedim; söz edeyim. Yaklaşık 1,5 km yürümeden sonra Mart kızışmasının hayvanları gibi kızışan bedenim; bir de sinema kuyruğuna demir attım. Tahminen yirmi dakika da kuyrukta beklerken; ensemden, omurlarımın tamamını geçerek, başka bir kuyruk olayına; kuyruk sokumuna kadar inen terleri saygıyla dinledim.

 Ne muhteşem şeyler; yeraltının en kaynayan yerinden çıkıp, yeryüzüne hayat vermeyi çoktan beceren, elementler gibi; varsın süzülsünler dedim; onların da görevi bu… Tıpkı sanatın, insanın nice bilinmezlikten gelip, başka bir bilinmezliğe giderken, görev şaşkınlığı yaşaması; dürtü ve kalıplar arasında sıkışıp, inim inim inlemesi gibi bir şey…

 Güven Serin 



Hiç yorum yok: