ALKIŞLARLA...
Ellerim acıyana kadar;eğilerek önünüzde...
SIRT TERLERİYLE
SİNEMA(AİLE ARASINDA)
----------------------------------------------
Bu başlık, tam da yerinde oldu. Bir
Tekirdağ gününü, farklı bir esintiyle kaplayacak rüzgâr henüz esmemiş, güne
yayılarak tadını çıkartacağım mekân veya mekânlar belirsiz bir şekilde; iyi
havalarda şenliğe inenler gibi sahile indim.
Ölen nice gelenek-göreneğe rağmen kendi geleneğimi yaratmakla savaş vermenin bidolu koltuk altı gazeteleriyle yine o bildik çağrının peşine düştüm. Sizlerin böyle bir
huyu-suyu var mıdır; bilinmez? Benim var! Koşulsuz her gidişin veya yürüyüşün;
mistik, kültürel, sosyolojik karşılığını; öteden beri bilir ve karşılaşmanın
edebi, felsefi mutluluğunu yaşıyorum.
Usul usul baktım
çevreme; gazetenin seyahat, magazin, haber sayfalarında gezinirken. Aklım yine
Balkan Turlarında! Bir türlü ısınamadığım, güven sağlayamadığım tur
şirketlerini tek tek inceledim. Sanki yarın gidecekmiş gibi; hiçbirini
beğenmedim. Otobüsle gidecek olanlar hariç…
Gazetelerin
vazgeçilmezliği, her an durup, katlayıp, tekrar tekrar okuyacağınız, hatta bir
heykeltıraş, ressam gibi atölyenizde çalışacağınız imkânları yaratıyor
oluşudur. Geçmişi, yıllar öteye giden gazetelerin en güzel tarafı da burada
gizlidir. Bir ormana giriyorsunuz; her sayfayı araladıkça, tepelere tırmanıp,
vadilere inip, hiç ummadığınız bir sağlık, sanat, ekonomi veya siyasi, hatta
bilim haberiyle; birden “vay be!” deme imkânıyla birlikte; ormanın içinde ki
ayak basılmamış yerlere doğru yola koyuluyorsunuz…
Biliyorum; içinde bulunduğum
Tekirdağ günü de öyle olacak! Sakinim… Telaşsızım… Çay, gazete aylaklığı…
Etraf, güneşin ısıttığı insan şölenleri gibi; çocuklar yan tarafta ki parkın
tadını çıkartıyorlar. Büyükler ise; boşluğa bakıp, hoşluk içerisinde; tuhaf bir
durum!
Aradığım istikamet,
ruhsal ve sanatsal çağrı yaklaşık iki saat sonra geldi. Tanrım! O gün hiç
palanımda olmadığı halde; çağrı, sinemaydı! Gülse Birsel’in yazdığı, Ozan
Açıktan’ın yönettiği, Necati Çalışkan’ın yapımcılığını üstlendiği bir sanat
olayına yürüdüm.
Sahil, ara çapraz
yollar derken; kuyruğumu araç trafiğinden zorlukla kurtara kurtara; sinema
salonlarının olduğu iş merkezine gittim. Oluk oluk insan akıyor. Hâlbuki her
hızlanış, ayrı bir kayıptır doğada ki karşılığına göre. İmbik; küçük
süzülüşlerdir kültüre, estetiğe, insana yakışan…
Niçin koştum bu
filme? Hissettim! Yorumları, sezgilerimi dinledim; tamam dedim! Tıpkı, Gökçeada
bir kış vakti gidip, yalnızlığımla yüzleşeceğim derken; insan deryasına
bulanmam; Güney Kurtalan Ekspres ile çıktığım demiryolculuğunun 17 saatinin
masala dönüşmesi gibi bir hissediş…
Kusura kalmasın
kimse; düşleri, hayalleri olmayanların anlayamayacağı bir lüks… Be adam; gittin
de ne oldu? İnsana dair hissiyat kanallarım salise salise, dakika dakika
çalıştı. Hangi dersin özetini anlatayım? Gitmeli ve izlenmeli!
Üç isim ver deseniz;
bu şaheseri anlatmaya; on üç isim veririm vermesine ama; ilk üçe yazacağım
isimler de şunlardır; Engin Günaydın, Demet Evgar,Ayta Sözeri…
Bir şeyi unutmadın
mı ağabey? Seslenişini duydum. Elbette, sırt terlerimden söz etmedim; söz
edeyim. Yaklaşık 1,5 km
yürümeden sonra Mart kızışmasının hayvanları gibi kızışan bedenim; bir de
sinema kuyruğuna demir attım. Tahminen yirmi dakika da kuyrukta beklerken;
ensemden, omurlarımın tamamını geçerek, başka bir kuyruk olayına; kuyruk
sokumuna kadar inen terleri saygıyla dinledim.
Ne muhteşem şeyler;
yeraltının en kaynayan yerinden çıkıp, yeryüzüne hayat vermeyi çoktan beceren,
elementler gibi; varsın süzülsünler dedim; onların da görevi bu… Tıpkı sanatın,
insanın nice bilinmezlikten gelip, başka bir bilinmezliğe giderken, görev
şaşkınlığı yaşaması; dürtü ve kalıplar arasında sıkışıp, inim inim inlemesi
gibi bir şey…
Güven Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder