DİNGİLİN TEKİ…
----------------------
Ne acayip bir
memleket; ne muhteşem argo sıfatlarıyla derdimizi; dertlerimizi anlatıyoruz? Bu
acayip işin sonunda;” Hadi be dingil! Bu kadar da olur mu?” sözcüklerini
mırıldandığımı itiraf ediyorum.
Diyeceksiniz
ki;”Dingil” sözcüğünden ne çıkar? Argo manasıyla çok şey çıkar. Oysa dingil,
bir aracın omurgası sayılırken, insana hitaben söylendiğinde hakarete
dönüşüyor. Hoca Nasrettin mi? Yoksa az bilir, az okur olmanın çabuk kavuşumları
mı? …
Her gün; hatta otuz
yıldır yürüdüğüm caddede; Hükümet Caddesinde yürüyorum. Yine bildik o koku;
caddede ki kuruyemişçi, hile yapıyor. Tam da insanların en yoğun zamanında, ya,
leblebi kavurur; ya da kahve çeker.
Bu sefer, kahve
çekiyordu. Önümde yürüyen; orta yaşın üzerinde ki kadın; “ Mis gibi koktu” diye
seslendi; yanında ki bey efendiye. Beyefendi duymamış gibi sordu. Kadın, yine “
Misss gibi kokuyor; kahve.” Dedi. Demesine dedi ama kuru yemişçinin yanından en
azından 15 metre
de uzaklaşmıştı.
Bizim beyefendi;
“istersen alayım” deyince, kadın da psikolojik olarak “Evde var, gerekmez.”
Diye cevapladı. Beyefendi dedik ya; aslında halk arasında böyle efendilere;
“DİNGİL” diyorlar. İyi mi yapıyorlar? Kötü mü?
Niçin Dingil?
Ağabeycim; alacağı 100 gram
kahve; ederi 5 TL… Bir insanı mutlu etmek bu kadar az bulunur ve bu kadar ucuz
bir şey görünse de; öncelik almak, pratik ve efendilik yapmak; zor zanaat…
Dingillik; ise
oldukça bol! Ah, bir kıt olsa? Oysa o mis koku, kadının burnunun direğini
sızlattı… Bir parça ses tonu, insan psikoloji neleri uzanır; ne muazzam
şölenlere doğru patikalar oluşturur.
Böyle zamanlarda
Barış Manço’nun “ Ayı “ isimli şarkısını da dinlemek için yanıp tutuşuyorum…
Güven Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder