"Prensipler yoktur,ancak olaylar vardır."
İN-SANAT BAHÇESİ–10
PRENSİPLERİN SEVİMSİZ LİĞİ
-------------------------
Yaşama attığı her
adımda kılı kırk yaran arkadaşım, Balzac’ın kendisi hakkında yazdıklarını
duysa, bir daha adını bile anmaz; ona demediğini bırakmaz. Balzac bu ya; öyle
içten ve keskin yorumluyor ki ahmaklığı; içime şöyle bir su serpiliyor;
“ Hiçbir zaman fikir değiştirmemekle övünen bir adam, daima
dosdoğru yoldan yürümeyi garantileyen bir adam, insanda hata meydana gelmeyeceğine
inanan bir ahmaktır.”
Efendiler; zaten sırf
bu yüzden değil midir; bir tek sözcük; sıfat ile yerin yedi katına batırdığımız
insanlık; sırf bir sözde kahraman yapmadık mı nice cengâveri…
Açık, seçik giyinen
bir kıza saldırı olsa; en aydın geçinenimiz ; “ Böyle gezersen, bunu hak
edersin işte!” demez mi; içinden de olsa… Gizli gizli, sağlamcı oluşunu, tutucu
haramilere su taşımaz mı?
Ya, birkaç iş
deneyen, batıran insana yapıştırılan sıfatlar! Elinde avucunda bir şey kalmamış
ise ne beylik laflar edilir… Hâlbuki iş kurmanın da, yüceltip batırmanın da,
matematiksel, sosyolojik, ticari bir karşılığı var. Bunu tartışmak varken; asıl
sebebe inip, kesin çözümler üretmek dururken…
Ve ardından Balzac
esas konuya; bizim özümüze yön verecek sözcüklere geçiyor;
“ Prensipler yoktur, ancak olaylar vardır; kanunlar yoktur,
ancak durumlar vardır. Yüksek adam bunları sevk ve idare etmek üzere olayları
ve durumları benimser.”
Mustafa Kemal’in
bugünkü liderlerle farkını anlamanız için değerli bir irdeleme…
ALEKSANDRA-SALİHA SULTAN
-----------------------------
İnsanın içi acıyor;
tarihin içinden, hikâyesi, sanatı, mühendisliğiyle bize kadar gelen yapıların
şimdiki durumuna.
Saliha Sultan Çeşmesi
de böyle yapılardan sadece birisi. Özene bezene yapılan, işçiliği, süslemeleri,
oymalarıyla çok önemli estetik, sanatsal ve turizm değeri olan bu yapı şimdi,
yolların, köprülerin esareti altında, neredeyse insansız, susuz kalmış
terkedilmiş görünümünde.
Bu yer, Tekirdağ’ın
çok yakınında İstanbul’da. Azapkapı sessizce Saliha Sultana, Saliha isminden
önceki küçük Aleksandra’nın gözyaşlı hikâyesine tanıklık ediyor. Küçük bir
kızın, testisini kırdığı yere, daha sonra sultan olarak yaptırdığı bu eser;
şimdi; nice esere yan bile bakmadığımız gibi, öyle bir kenara bırakılmış, sanki
hiçbir önemi, değeri yokmuşçasına ölümünü bekliyor.
Tekirdağ’ın nice
ahşap evleri gibi… Cumbalarından alımlı kızların, yanık sesleriyle türküler
söylemeleri hiç olmamış, yaşanmamış gibi yok oldular…
Hâlbuki eserlere, hikâyelere
muhtaçtır bu insanlık; ne kadar zengin olursa olsun, ruhunu besleyecek, emeğin,
sanatın, estetiğin; mimari ve mühendisliğin koluna, kanadına; varlığına
muhtaçtır.
BEDEN ZEVKLERİ
----------------
Uçsuz bucaksız olan
şey; beden zevkleri… Ne kadar ciddi, kuralcı, sıkı ahlakçı görünürsek
görünelim, aşılmayan, giderilmeyen ihtiyaçların başımıza nasıl dert olduğu
biliniyor.
Yakın bir zaman önce
şehrimizin büyük bir yerleşim yerinde bazı erkeklerin toplumun baskısını,
sıkışmış insan zevklerini kırmak için silahlarını araçlarına koyarak biz
avcılık yapmaya gidiyoruz, diyerek nasıl da Bulgaristan’a gittiklerini
öğrenince hiç şaşırmadım.
Kimisi ise; vur-kaç
tekniğiyle bu zevkin giderilmesi peşinde… Ya, esnaf olup da belirli satışı
sağlayıp, yurtdışı gezisi hak edenlere ne demeli…
Hiçbirisi yanlış
değil… Doğru da değil… İnsanın olgunluğu, yapacağı uygar tercihlerin
sağlamlığı, doğallığı ve özgür iradenin kararlılığıyla daha genç yaşlarda
giderilmeye başlamıyorsa; bir ömür sürecek kaçak yaşamların açlığı hiçbir zaman
kültüre dönüşmüyor.
Thomas More’nin
biricik insana dair tespiti oldukça dikkat çekici;
“ Beden zevkleri hiçbir zaman katıksız değildir ve hep
karşılıkları olan acılarla yan yanadır. Açlık daha da güçlü olan yeme zevkinin
karşısındadır. İnsan açlığı daha zorlu daha sürekli olarak duyar. Çünkü açlık
zevkten önce doğar ve ancak onunla sona erer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder