Kamera; Güven Picasso
YARAT, EY SANATÇI!
Kim bilir hangi
boyuttan, evrenin hangi muhteşem diyarından seslenir adanmışlık içinde sanatçı?
Kim bilir…
Der ki; Yarat! Ey
sanatçı! Konuşma! Bir soluk olsun şiirin yalnızca! Goethe, kendi zamanından ses
verirken, biliyordu zamansızlığa ait olduğunu.
Ahmet Cemal’in
çevirisiyle yayınlanan bu kitap; kıyamet gibi yaratılan eserler içinde seçmeyi
bilenlerin yaratıcılığına katkı sağlayacağı gibi, yolculunun terli alnına,
serin bir rüzgâr gibi vuracaktır. Hüseyni makamı bir şarkı tınıları içinde
kulağa ve oradan süzülecektir o eşsiz yere.
Uşşak makamı içinde
tıpkı bu çeviriyi yapan Ahmet Cemal’in insanlık sevgisini girdiği zaman
tünelinde, diğer tünellere taşıyacağı; taşıdığı gibi taşıyacak, çevirisin
yaptığı kitabı Erdal Öz’e ithaf ederken, makamın sevincini, kahramanlığını,
yine bir başka makamın alçakgönüllü huşuluğu içinde duyacaksınız.
Bu zamanın gerisinden
mi ilersinden mi seslenir sanatçı bilinmez. Bilinen şey şudur ki duyurmak ister
kitabının hayata dökülen sözcükleriyle;
Yarat, ey sanatçı!
Konuşma! Bir soluk olsun şiirin yalnızca… İyilik ile kötülük yan yana dans
ediyor. Kötülüğün sağlam makyajı, sanatçı titizliğinde rol alışı, hangi dilde,
hangi görüntüde olduğunun farkına varmamızı önlüyor. Bu bir şaşırtmaca…
Bu bir oyun
oynamaca; bazen alkışlar eşliğinde, bazen kan, can döker, ağıttan ağıta
geçerken; iç içe geçmiş birleşik makamların anlattığı öyküler gibi;
seyrediyoruz anlamadığımız, anladığımızı sandığımız trajikomik tiyatroları…
Var olmak için yok
etmenin vahşi inancı içinde, yepyeni bir dünyanın barışçıl alkışları ve
sarılmalarından korkuyoruz. Alışık olmadığımız için barış zamanlarına, her an
tedirgin, korku gözlerimize inan perdenin sinemasında güçlü bir paranoya; kuşku
filmiyle aldadır oyalar bizi.
Yarat ey sanatçı!
Konuşma! Yarat! Çeviri yaparak… Şiir yazarak… Resim yaparak… Gezerek… Bir çay
keyfinin nice sultan sofrasına bedel olmuşluğunun tok gözlü yudumlarıyla…
Goethe sanatının
alımlı süzülüşleriyle yaratmış olduğu sözcükleri yaratık kimliğimizden sıyrılma
hatırına, biraz daha insan, gök ile yer arasında bir parça soylu denge adına
bir kez daha kendi köşemin yaratıcı adanmışlığı içinde sunuyorum;
Ört gökyüzünü ey Zeus,
Bulutların dumanıyla
Ve dikenleri koparan o delikanlı gibi
Hazırlan boy ölçüşmeye,
Meşelerle ve yüce dağlarla!
Ama dokunma toprağıma
Ve senin yapmadığın kulübeme
Ve ateşini hep kıskandığın
Ocağıma.
Yaratıcılık insanın
evrenin, yaratanın bir parçası olduğunun en yüce gösterisidir. Bazen bir sözde,
bazen bir sazın telinde, suyun taştan taşa inişinde, kuşun vadi içinde
yankılanan sesinde ve bazen, insanın insana bakışında, gönülden gönle yol
alışında.
Bazen aşığın sadık
yârine “kara toprak” diye seslenişinde. Bazen gidilen uzun ince yolun sonsuza
adanmışlık içinde bilinen var ve yok kapılarının elimiz kadar yakın oluşlarında
ki anlayıştadır; yaratıcılık.
Yarat ey sanatçı;
evinde reçel tarhana yaparak yarat! Yarat ey sanatçı; çocuğuna sazı, sözü,
flütü, gitarı, viyolayı, neyi, kemanı da tanıtarak; yarat! Ağacın, çiçeğin
kendine özgü kokularını, isimlerini bildirerek; yarat…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder