1 Ağustos 2015 Cumartesi

GARDİYANLAR DA HAPİS


Kamera; Güven Ganoslar-Tekirdağ

Özgürlük nerede başlar;tam olarak hangi
esintinin dokunuşuyla demlenir? Bu yolculuğu
ve kavramı yine yola çıkmış insan çözer.
Kulağın,gözün,elin,görgünün yoğrulmasıyla
sezgisel katkının yardımıyla dokunur;gerçek
olan şeye;tartısız,boyutsuz,şekilsiz;ama büyük
aydınlamanın dinginliğine dokunur gibi...

GARDİYANLAR DA HAPİS


  “ Sevgili okuyucular, Türkiye’nin sorunlarını bir süre düşününce, bilimsel düşünme gücüm azalıyor. Aziz Nesin’in üslubunun bu olup biteni hazmedebilmek, hatta halka yansıtmak için tek üslup olduğunu keşfediyorum.”

 Doğan Kuban CBT Kitap 1479 sayısında yukarıda ki gibi sesleniyor okuyucusuna. Bu toplumun aydınlarına, gerçek manada yetişmiş akademisyenlerine ister istemez içim sızladı. En doğruyu, en iyiyi, bilimseli bilmenin yeterli olmadığı, bunları bilmenin uygulama alanının yetersizliği karşısında ne kadar çok zorlandıkları, nefes alamadıklarını düşününce…

  Doğan Kuban can alıcı tespitini yazıya, insanlığın önüne insanlık anıtı gibi dökmeye devam ediyor;

“ Boş Kafalarla Dolu Modern Toplum;

  Bu cilalı, renkli, ölümlü, gökdelenli, AVM’li, üniversiteli, hastaneli, imam-hatipli, futbollu, otomobilli, telefonlu, televizyonlu, bilgisayarlı, Facebook’lu, uçaklı, turistli, yıldızlarla dolu otelli, lokantalı, kahveli, fakat kitapsız, boş kafalı insancıklarla dolu modern tüketim toplumu, sıkışık gecekondu üsluplu dev dünyasında nefes alamıyor.”

  Yazar halkının düştüğü durumu can alıcı gerçeklerle; herkesin bildiği ama bir türlü esaret zincirlerinden kurtulamadığı, hatta kendini esir değil de gardiyan sandığı şehirleri doldurmuş insanlar-insancıklar fiziksel olarak bitişin sonuna doğru; son viraja yaklaşıyorlar. ,

 Bütün bunları görmek anlamak için kâin olmak da geremiyor. Sıradan bir insan, az bir duyarlılıkla sıradan insanlara bakarak bile bunu anlayabilir. Hastanelere yığılan insanlar, hastalık sebeplerinde başköşeye oturan “ruhsal” sıkıntılar, kullanılan ilaç sayısı, yetmeyen sağlık hizmetleri; asla yetemeyecek oluşun anlatımını yapıyor.

 Ellerinde telefonla konuşanlara, el kol hareket yapıp sesini yükseltenlerin insanlık kavgasına bir kulak verin! Neredeyse hepsi, ekonomik… Parayı kullanamadığımız, yeterince para kazananların bile bütçe açıkları savrulan toplumun savrukluğu ile nasıl bir dünya yarattığımız bütün çıplaklığıyla gösteri yapıyor.

 Ama sakın merak etmeyin! Bu çıplaklığa kimse çıplak demeyecektir; gerçek manada aydınlığa inanmış birkaç yazar, şair, bilim insanından başka. Onların da sesi bu büyük ve soylu kargaşada çok az duyuluyor.

 Şimdi şehirli olmak moda! Şehirlere en yüksek binaları dikmek; en ufak imkân bulur bulmaz, harç-borç bir de araç alıp, en azından köyüne, kasabasına bayramda bile olsa araç ile gitmenin keyfini yaşamak da ayrı bir moda… Ara gazı verip egzozu patlatarak, hız yaparak insanlığa insan çalımları gösterisi yapmak da öyle…

 Şehirleri olan büyük göç neredeyse yapılanmasını tamamladı. Ama neredeyse hiç kimse şehirli olamadı. Şehrini tanımayan insanların ilk yaptığı şey; balkonlarını kapatmak oldu. Çünkü balkonlarını kiler olarak, depo olarak kullanma ihtiyaçları; konu-komşu özentileriyle, el âlem ne der savruklukları en hakiki esirme içine öteden beri girmişti.

 Kentlere yapılan büyük göçün ana sebebi; daha iyi yaşamdı. Daha konforlu yaşam… Bilemedikleri bir şey vardı, göç eden alnı terli, yüreği düşler içinde olan insanların. Yüksek kazanç aşkı; onları şehirli değil de yolunacak kaz görenlerin planları başkaydı. En yüksek kazanç…

 Çok hızla böldükleri, bölüştürdükleri hiçbir şehir planı yapmadıkları yerleri mahallelere dönüştürdüler. Meydanları olmayan, kültür, sanat, spor alanları hiç olmayan iç içe geçmiş, badanası, sıvası olmayan bir sürü ev… Bu evlerin önünde akşam serininde birkaç komşu görmeyi bekleyen içi buruk insanlar…

 Şimdi herkes şehirli! Sürekli utanılan köylü nüfusu azınlık hale geldi. Ama insanlar niçin konfor, huzur içinde değil, Niçin daha sağlıklı, daha eğitimli ve daha zengin değiller? En özgürüm diyenler bile hapis…


 Şehirler esareti yok eder. İlk önce, insanın beyninde oluşturduğu esareti; yani, bir sürü tabuyu, çürümüş geleneği, yanlış bilgi ve öğretileri. Ama hangi şehirler? İnsanı merkeze alan, bilimi, sanatı, felsefeyi, yenilenmeyi, evrensel bir seçenek olarak görmüş olan şehirler ve yöneticiler olursa…

  Esirlere müjdeyi vermek isterim; bizi esir eden gardiyanlar da hapis; herkes gibi...


Güven Serin 






Hiç yorum yok: